Hz. Ömer’in Hayatından Bazı Kesitler 3
İslâm çok yüce bir din olup tarih boyunca onlarca tarihi, büyük şahsiyet yetiştirmiştir. Dört mezhep imamı, İmam Buhârî, İmam Müslim, İmam Gazali, Serahsi, Nevevi, Şatıbi ve İbn Teymiyye bunlardan bazılarıdır. Ancak İslâm tarihinde farklı bir zaman dilimi vardır ki bu dönemde daha büyük insanlar yetişmiştir. Daha sonraki dönemlerde yetişen İslâm büyükleri de bu döneme borçludurlar. Bu dönem, devrisaadet denen Hz. Peygamber dönemidir. Hz. Peygamberin nübüvvete özgü feyiz ve bereketi vardır ki peygamberler dışındaki insanlarda böyle bir şeyin olması mümkün değildir. Resûlullah (s.a.v.)’a 10 yıl boyunca hizmet eden Hz. Enes’ten rivayet edilen bir hadis, Hz. Peygamberin kendisine has, nübüvvetin feyiz ve bereketi konusunda yeterli ölçüde bize ışık tutmaktadır. Hz. Enes şöyle der: “Resûlullah (s.a.v.)’ın Medine’ye girdiği gün Medine’de her şey ışık saçtı. Vefat ettiği gün ise her şey karanlığa büründü ve biz onun defnini henüz bitirmeden kalplerimizi tanımaz olduk (kalplerimiz değişti.)” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 221.)
Ashabı kiram Resûlullah (s.a.v.)’ın feyzinden istifade edip vahyin nüzulüne de tanıklık ettiklerinden dolayı diğer Müslümanlardan daha üstün meziyetlere haiz idiler. Bununla birlikte hepsi eşip olmayıp bazıları daha üstündür. En faziletlileri ise Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’dirler. Hz. Ebû Bekir, ashabı kiram ve İslâm ümmeti içinde birinci sırada, Hz. Ömer ise ikinci sırada yer almaktadır. Bu husus Hz. Ali’den rivayet edilen bir hadiste açıkça ifade edilirken, birçok hadisten de anlaşılmaktadır. Hz. Ali şöyle der: “Peygamberinden sonra bu ümmetin en hayırlısı, Hz. Ebû Bekir, ondan sonra da Hz. Ömer’dir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 106)
Hz. Ebû Umâme anlatıyor: Resûlullah (s.a.v.) şöyle dedi: “Ben cennete girdim… sonra cennetin sekiz kapısından birinden çıktık. Kapının yanına vardığımda terazi getirildi, ben bir kefeye konuldum, ümmetim diğer kefeye konuldu. Ben ağır geldim. Sonra Ebû Bekir getirildi. O bir kefeye, tüm ümmetim diğer kefeye konuldu, o ağır geldi. Sonra Ömer getirildi, o, bir kefeye, tüm ümmetim diğer kefeye konuldu o, ağır geldi. Sonra terazi kaldırıldı…” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 259.)
Hz. Ebû Said’in rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sizin sema ufkunda çıkan yıldızı gördüğünüz gibi, cennet ehlinden de aşağıdaki derecelerde olanlar, yüksek derecelerdekileri öyle görürler. Ebû Bekir ile Ömer onlardandır, onların dereceleri daha da yüksektir.” (Tirmizî, “Menâkıb”, 14.)
Hz. Ali anlatıyor: Bir gün Resûlullah (s.a.v.)’ın yanında iken, Ebû Bekir ile Ömer çıkageldiler. Onlar yanımıza varmadan Resûlullah (s.a.v.) şöyle dedi: “Bunlar nebiler ve resuller hariç cennet yaşlılarının en hayırlı olanlarıdır.” (Tirmizî, “Menâkıb”, 16.)
Hz. Ömer’in diğer insanlardan farklı birçok meziyeti vardı. Onun meziyetlerinden biri de devletin malını kendi gözü gibi korumasıydı. Hz. Ömer bu konuda hiç kimseye ayrıcalık tanımıyor, hiç kimsenin haksız yere devletten nemalanmasına müsaade etmiyordu. Konuyla ilgili calibi dikkat bir olay anlatılmaktadır. Hz. Ömer’in hilafeti döneminde onun Abdullah ve Ubeydullah adında iki oğlu askerlerle birlikte savaşa katılmak üzere Irak’a gitmişlerdi. İşleri bittikten sonra Basra Valisi Hz. Ebû Mûsâ el-Eşarî’nin yanına varıp onu ziyaret ettiler. Hz. Ebû Mûsâ onlara bir ihsanda bulunmak istedi ve bunun için şöyle dedi: Yanımda bir miktar devlete ait para vardır. Bunu Hz. Ömer’e göndermek istiyorum. Bunu size vereyim, bununla bir miktar eşya alırsınız, Medine’ye vardığınızda eşyayı satar, kârını siz alırsınız, anaparayı da Halifeye teslim edersiniz. Onlar da bunu kabul ettiler. Parayı alıp onunla bir miktar eşya satın aldılar. Medine’ye varınca eşyayı sattılar, kârını aldılar, anaparayı götürüp durumu arz ettikten sonra Hz. Ömer’e teslim etmek istediler. Hz. Ömer anaparayı kabul etmedi, kârını da istedi. Hz. Abdullah buna boyun eğdi, ancak Hz. Ubeydullah itiraz etti, kârın kendilerine ait olduğunu söyledi ve şunu ekledi: Şayet zarar etseydik sen yine anaparanın hepsini bizden isterdin ve biz zahmete katlanarak bu paradan kâr elde ettik. Hz. Ömer ise dediğinde ısrarcı oldu. Neticede konu ashaptan müteşekkil bir şura heyetine götürüldü. Şura heyeti kârın yarı yarıya bölüştürülmesine karar verdi ve kâr devlet ile onlar arasında bölüştürüldü. (Muhammed Muhammed el-Medenî, Nazaratun fi İctihadatı Ömer, s. 29 vd…)
Siyasi partilerin bazı liderleri konumunu korumak ve yerinde uzun süre kalmak için güçlü ve nüfuzlu insanları partiden tasfiye ederler. Hz. Ömer ise çok yüce bir kişiliğe haiz olup son derece otoriter bir karakteri vardı. Hz. Muaviye, Hz. Halid b. Velid, Hz. Amr b. As ve benzeri büyük Arap dâhilerini vali veya komutan tayin etmiş, bunları itaat altına almış, onlara emirler verir, yanlış bir hareket yapınca da kendilerinden hesap sorardı. Onun için onun hilafeti ve idaresi başarılı ve verimli olmuştu. Hazine para ile dolmuş, Irak, Suriye, Mısır, İran ve Kudus kısa bir zaman dilimi içinde fethedilerek İslâm topraklarına dâhil edilmişti. Çünkü güçlü devlet ve güçlü idare ancak güçlü insanlarla mümkündür. Düşük profilli insanlarla çalışırsanız bir zaman sonra sıkıntısını yaşarsınız. Bu nedenle Cenâb-ı Allah, “Allah emanetleri ehline vermenizi emrediyor…” (Nisa, 4/58.) diye buyurmaktadır.
Hz. Ömer’in özelliklerinden biri de son derece alçak gönüllü ve mütevazı olmasıydı. Zaman zaman zekât develerine bakar, dul kadınların evlerine bizzat su taşır ve caminin zeminine serili olan çakılların üzerinde uzanarak uyur ve dinlenirdi. Defalarca Mekke ile Medine arasında seyahat etmiş, fakat bir defasında bile mola için çadır kurmamıştır. Dinlenme sırasında elbisesini bir ağaca gerer ve altında dinlenirdi. (Şiblî, Asrı Saadet, II, s. 412- 413.)
Hz. Ömer’in özelliklerinden biri de hakkı haykırmaktan hoşlanmasıydı. O, haktan rahatsız olmaz, aksine halkın kendisini uyarmasından mutluluk duyardı. Muhtemelen halkını denemek amacıyla bir gün hutbe verirken, şayet haktan saparsam ne yapacaksınız? diye sordu. Halktan biri kalkıp, seni kılıçlarımızla doğrulturuz, dedi. Hz. Ömer bu kişinin cesaretini denemek için, hakkımda nasıl böyle bir söz söylersin? diye karşılık verdi, ancak adam kalkıp sözünü tekrarladı. Bunun üzerine, Allah’a şükürler olsun ki yanlış yaparsam milletin içinde beni kılıcıyla doğrultacak kimseler vardır, dedi. (Şiblî, Asrı Saadet, II, s. 381.)
Bir cihan fatihi, cihanı titreten bir halife olmasına karşılık Hz. Ömer’in kalbinde kibir ve gururdan mıskalı zerre kadar bir şey söz konusu değildi. O bazen gidip bir nefer gibi nöbet tutar, bazen de sırtına gıda yüklenip ihtiyaç sahiplerine götürürdü. Hz. Abdurrahman b. Avf şöyle der: Bir gün Hz. Ömer evime geldi. Niçin beni çağırmadın da siz zahmet edip geldiniz? diye sorunca, Medine’ye bir kervan gelmiş, şehrin dışında konaklamıştır. Yolcular yorgun olduklarından dinlenmeye ihtiyaçları vardır. Hadi gidelim de bu gece kervanı biz koruyalım, dedi ve ikimiz gidip sabaha kadar kervanı bekledik. ( Şiblî, Asrı Saadet, II, s. 368.)
Hz. Ömer’in kölesi Eslem calibi dikkat bir hadiseyi şöyle anlatmaktadır: Bir gün Hz. Ömer Medine’den üç mil uzaklıkta olan Sara’ya gitmiş, orada ağlayan üç çocukla kuşatılmış bir kadının bir şey pişirmekte olduğunu görmüştü. Kadına yaklaşarak çocukların niçin ağladığını sordu. Kadın onlara iki günden beri yemek veremediğini, tencereye su koyarak un kaynatmakla çocukları kandırdığını söyledi. Hz. Ömer bunun üzerine derhal Medine’ye dönerek un, yağ ve hurma alıp bunları sırtına yüklenmiş ve aynı yere dönmüştü. Kölesi Eslem yükü kaldırıp taşımak istemiş, o bu teklifi reddederek şöyle demişti: Kıyamet günü benim yüküme ortak olacak değilsin. Onun için bırak da yükü kendim taşıyayım! Taşıdığı ihtiyaç maddelerini götürüp kadına teslim etmiş, o da çocukların yemeğini hazırlamaya başlamıştı. Hz. Ömer, ateşi bizzat yakmış, çocuklar yemeklerini yedikten sonra oynamaya başlamış, kadın da şöyle teşekkür etmişti: “Cenâb-ı Allah, sana mükâfatını ihsan etsin. Ömer’in işgal ettiği makama o değil, sen layıksın.” ( Şiblî, Asrı Saadet, II, s. 367-388.)
Ya Rabb! Bu ne yüce ruh, bu ne büyük sorumluluk duygusu, bu ne eşsiz tevazudur ki bir devlet başkanına, dul bir kadın için gıda taşıtıyor!
Bir defasında Hz. Ömer teftiş sırasında Medine dışında bulunan bir bedevinin çadırına uğramış, onun yanında oturup kendisiyle sohbet etmişti. Bir süre sonra çadırın içinden bir çığlık duydu, sebebini sordu ve bedevinin eşinin doğum yapmakta olduğunu öğrendi. Bunun üzerine hemen kalkıp eve gitti, eşi Hz. Ümmü Gülsüm’ü getirip kadına yardımcı olmasını ve ebelik yapmasını söyledi. Hz. Ümmü Gülsüm kadına yardım edip doğum yapmasını sağladı ve kadın bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Hz. Ümmü Gülsüm Hz. Ömer’e, Ey müminlerin emiri, arkadaşına müjde ver, eşi Allah’ın izniyle kendisine bir erkek çocuğu dünyaya getirmiştir. Bedevi yanındaki kişinin Halife Ömer olduğunu anlayınca saygı göstermeye başladı. ( Şiblî, Asrı Saadet, II, s. 368.)
Hz. Ömer devlet işlerini de çok iyi biliyordu. Sosyal devletin ilk nüvesini de o atmıştır. Bir gün bir yerde yemek yemiş, bir kişinin sağ elinin olmadığını fark etmiş, bu kişinin elini Mute savaşında kaybettiğini öğrenmiştir. Bunun üzerine abdest alma ve diğer işlerinde kendisine yardım etmesi için bir kişiyi bu adama görevlendirmiş ve bu görevliye devletten maaş bağlamıştır. ( Şiblî, Asrı Saadet, II, s. 369.)
Ak parti döneminde icat edilen evde bakım maaşı, muhtemelen buna dayanmaktadır. Asırlarca önce Hz. Ömer’in bu kadar ince düşünmesi elbette ki önemli bir husustur. Esefle ifade etmemiz gerekir ki daha sonraki dönemlerde Müslümanlarca kanun ve hukuka yeterince önem verilmemiştir. Şu an İslâm ümmetinin en büyük sıkıntısı, adalet, kanun ve hukukun yeterince uygulanmamasıdır. Çünkü adalet, kanun ve hukuk toplumun motoru konumundadır. Bunlar sağlıklı çalışmayınca toplum da sağlıklı olmaz.
Hz. Ömer’in Ölümü İçin Dua Etmesi
Ashabı kiramın imanı kâmil olup onlar ahireti dünyaya tercih ettiğinden bazıları zaman zaman biran önce ölmek isteyerek bunun için dua etmiştir. Bu şekilde dua edenlerden biri de Hz. Ömer’dir. Hz. Said b. El-Museyyeb’in rivayetine göre Hz. Ömer gittiği son haccında Mina’dan indikten sonra Ebtah adında bir yerde bir miktar küçük çakıllar toplamış, ridasını bunun üzerine sermiş, üzerinde uzanmış, sonra ellerini semaya kaldırarak şöyle dua etmiştir: Ey Allah’ım, yaşım ilerlemiş, kuvvetim zayıflamış, maiyetimdeki halkım da büyük bir alana yayılmıştır. Zayi olmamış, kusur göstermemiş biri olarak ruhumu kabzederek beni yanına al. Bu duayı yaptıktan sonra Hz. Ömer Medine’ye dönmüş, Zilhicce ayı bitmeden öldürülmüştür. (İmam Malik, Muvatta, Hudud,)
Buna göre bu arada bir ay geçmeden Hz. Ömer vefat etmiştir.
Mekânı firdevsi ala olsun.
Selam ve dua ile.
YAZIYA YORUM KAT