Adilcevaz’da Başka Ne Var?

Prof. Dr. Zeki TAN

Akademik bir program vesilesiyle yaptığım seyahatte uçakta küçük bir poşet içinde çok güzel ambalajlanmış bir paket verdiler. Paketin içinde sadece “bir tane” kuru kayısı mevcuttu. Üzerinde Malatya kayısısının albenili bir resmi konmuş. Bir şirket tarafından hazırlanıp özel olarak pazarlandığı ambalajından belliydi. Albenili ambalajı gördüğünüzde hem seyirlik hem de tadımlık olarak kendini gösteriyordu. Uçakta yapılan ikram menüsünde Marmara Birlik’e ait minik paketlerde sunulan zeytinyağları oldukça dikkat çekici ve güzeldi.



Kayısı ambalajını gördüğümde hemen Adilcevaz’ın kayısısını hatırladım. Kaysının hasat mevsiminde başta Malatya’dan ve diğer illerden çok sayıda insan Adilcevaz’a gelip kayısı satın alıyor. Aldıkları bu kaysıları “marka” haline getirip dünyaya pazarlıyorlar. Tıpkı bugün hiç fındık üretmeden başka ülkelerden satın aldıkları fındıklardan imal ettikleri ürünleri uluslararası pazarlarda yüksek fiyata satan şirketler var.  Bunu tekstil ve çayda bile görmek mümkündür. Hatta her üründe yapılıyor dersek abartmış olmayız.

Sahip olduğunuz değeri çok iyi pazarlamadığınız zaman başkası gelir çok güzel ambalajlar ve size geri satar. Buna da daha çok belediye, kaymakamlık ve üniversite sanayi işbirliği bağlamında ve esnaf odaları rehberlik yapmalıdır. (Haklarını yememek gerekir bazıları yapıyorlar.) Yoksa aşağıda ifade edildiği üzere dünyanın en kıymetli ve değerli meyvesi değerlendirilmez. Değerlendirilmeyen meyvede karşılık görmez.

Böyle değerli bir nimetin farkında olmak ve bundan “marka” çıkararak farkındalık ortaya koymak elzemdir. Kaysıdan “katma değeri” yüksek ürünler üretmek ilçenin uluslararası tanıtımına katkı sağlar. 

Ziya Cömert’in dediği gibi, dünyanın neresine gitseniz, aynı markalar; Telefon, kahve, ceket, pantolon, tişört, gömlek, akaryakıt, bilgisayar, fotoğraf makinası, otomobil, otel, çarşı markası...

Hepsi bir. Erzurum’da ve Prag’da, Seul’de ve Cidde’de, New York’ta, Sevilla’da, Kazablanka’da, Kudüs’te, Medine’de, Mexico’da...

Bu şehirlerden hangisinde isterseniz, Starbucks’a oturup kahve içebilirsiniz mesela. McDonald’s’tan hamburger yiyebilirsiniz, Pizza Hut’tan pizza...

Cocacola da içebilirsiniz. Mercedes’e, Ford’a da binebilirsiniz hepsinde.

Google, dinli dinsiz, siyah beyaz, zengin fakir, hepimizin Google’u. Ortak nokta "markalaşma." Marka dünyanın her yerinde geçerli akçedir.

Teknoloji Bilginin Ameli/Neticesidir

Dünyaca ünlü Nıke, Adidas vb. firmalar Çin’de ucuz işçilik sebebiyle ürettikleri ürünlerini sadece marka değeri olan “amblemlerini” yapıştırarak farklı ülkelere pazarlıyorlar. Türkiye fındık üretiminde üst sıralarda ve ihracatta (3) üç milyar dolar ciro yapıyor. Fındığı Türkiye’den alarak marka çıkaran İtalyan şirketi Ferrero ise yılda yılda (11)  onbir milyar dolar ciro yapıyor. Fındığın hamallığını yapan kim, nimetini sefasını süren kim? Bilgi ve marka ilişkisi katma değeri yüksek gelir demektir. Katma değeri yüksek üretim ülkeyi uluslararası alanlara taşır. 

Bir kilo buğdayı sattığınızda alacağınız para (bir) 1 tl’dir. Aynı buğdaydan teknoloji sayesinde makarna veya bisküvi ürettiğiniz zaman katma değeri on katına kadar çıkar. Burada bilgi ve teknoloji devreye giriyor.

Bir kilo eti sattığınızda kazanacağınız para ile aynı etten sucuk üreterek kazanacağınız para aynı değildir. Yine bor madenini hammadde halinde satmakla bilgi ve teknoloji sayesinde bor madeninden orijinal ve farklı ürünler üreterek satmak daha karlı olacaktır. 

Malatya’dan gelip Adilcevaz’dan bahçe kiralayan insanların gayretini düşündüm. Malatya’dan gelenler hem bahçeye kira veriyor, hem toplanmasına, hem kurutmak için sofra bezlerine, hem de nakliye parası vermelerine rağmen yine de kâr ediyorlardı. Belki de kim bilir uçakta yediğimiz kayısı Adilcevaz kayısısıdır. Fakat her hâlükârda bunu yapana teşekkür etmek gerekir. Bundan Adilcevaz’lılar örnek alıp bu hususta çalışmalıdırlar. Çünkü aşağıda geleceği üzere kayısının faydaları sayılamayacak kadar çoktur. Mübarek meyve sanki yemiş değil de şifa deposu eczane gibidir.

Adamın birisine sormuşlar adın nedir? O da adım Yusuf’tur demiş. Bu sefer de merakını gidermek için veyahut tam telaffuz edemediği için “Yufus” senin babanın adı nedir? Yusuf bakmış kendi ismini “Yufus” olarak telaffuz edene “kardeşim sen benim adımı berbat ettin babamın adını söylememe gerek yoktur.” demiş.

Adilcevaz’lılar diyecek ki, biz cevizi hallettik te şimdi sıra kaysıda mı? Hâlbuki yöresel ürün “çeşitliliğini” artırmak gerekir. Mesela; ceviz lokumu, pestili, reçeli, marmelatı, vb. ürünler ilçe için hem ekonomik gelir hem de tanıtım demektir. 

Fakat her şeye rağmen ümitsiz olmamak gerekir. Bir işte başarılı olmak için ter dökmenin ve çabanın yeri inkâr edilemez. Yeter ki bu hususta emek verenlerin kaygısı ve derdi olsun. Mehmet Akif’in dediği gibi: “Ağlamak fâide verseydi, babam kalkardı! Gözyaşından ne çıkarmış? Neye ter dökmediniz?

Adilcevaz’ın asıl sorunu helva yapmakta! Malzemenin en iyisi var ama arkası gelmiyor! Bunun için de ehliyet, liyakat bilgi, çağı okuma ve donanım gerekiyor. Yoksa az icraat fazla lafügüzaf karşılık bulmuyor. Bir de “zihinsel/inovasyon tembelliği” yapmak yerine aktif zihinle yeni ve farklı ürünler üretmek gerekir. Buna inovasyon denir; yani yaratıcı düşüncenin teknik bir icada, markaya dönüştürülerek “ticarileştirilmesi” veya biraz daha basitçe söylersek radikal bir “yeniliğin” ticarileştirilerek piyasaya sunmadır.

Adilcevaz’da müftülük yaptığım yıllarda dostum berberlik sanatında (sanat diyorum meslek değil) belki de Vahit ustasından aldığı eğitimle işini severek yapan Vedat aradı. Vedat Usta Adilcevaz’daki imkân azlığını bütün güzelliğine rağmen Adilcevaz’a dışarıdaki insanları (göç etmiş yerlisini) bile buraya çekemediklerini, esnafın işlerini döndüremediğini, nüfusun giderek azaldığını, göçlerin arttığından söz etti. Ben de kendisine bir kaç şey söyleyerek hasbihalde bulundum.

Daha önce de hem yazdım hem de değişik mahfillerde dile getirdim. Hatta bana “hocam, Adilcevaz’lı değilsiniz,  Adilcevaz’la ilgili kitap yazmak size mi düştü. Adilcevaz’ın problemlerini dile getirmek sizin neyinize” diyenler bile oldu. Oluyor. Fakat her şeye rağmen sekiz yıl  (bir idareci için uzun süre) müftülük yaptığım güzel ilçede, güzel insanları ile güzel dostlukları unutmak mümkün değildir. En azından gönlüm buna razı değil.  

“En zayıf mürekkep bile insan zihninden daha kuvvetlidir” fehvasınca kâğıda dökülen metinler arkadan gelenlere “yol haritası” işlevi görerek, duaya vesile olacaktır. Bir de satırlara dökülenlerin tarihe mal olma özelliği var.

On bir (11) yıldır ayrılmama rağmen fakültedeki odamda Adilcevaz’dan gönderilen yerli ürün hiç eksik olmadı. Gelen insanlara hem Adilcevaz’ı anlatıyor hem de ikram ediyorum. Okuma meraklısı olanlara da “Farklı Kültürlerin Ebrusu Adilcevaz” kitabından imzalayıp hediye ediyorum. Şunu da söylemeden geçmeyeyim; imza atmayı çok seviyorum.

Ürettiğimiz ürünler hak ettiği “marka değerine” ulaşırsa herkes kazanır. Tabii bu ancak işin içine bilgiyi, pazarlamayı, tanıtımı ve estetiği katmakla mümkündür.

Bazen de odamdaki Van Gölü ve onun kirpiği gibi duran Süphan Dağı ve eteğine kurulan Adilcevaz tablosunu, Cumali Ustanın el emeği ve göz nuru emsalsiz ergonomik Adilcevaz bastonunu, Adilcevaz’da görev yapan (2007 yılı) din görevlileri ile çektiğimiz fotoğrafı gördüklerinde “hocam siz Adilcevaz’lı mısınız? diyorlar. Bu hamur çok su götürür. Asıl konumuza geçelim.

Kaysının Faydaları

İçerdiği bol miktardaki B vitamini sayesinde birçok hastalığa karşı koruyucu özelliği bulunan kayısı, bağırsakları çalıştırıcı özelliğiyle kabızlığa da iyi geliyor.

Potasyum; elektrolit dengesi, sinir sistemi, kalp atışları, vücut beyin hücreleri ve kas dokusu içinde gerekli bir mineraldir. 

Kayısı, sindirim sorunlarına iyi gelir, stresi ve kansızlığı önler, cilt bozukluklarının tedavisinde etkilidir, büyümeye yardımcı olur, görmeyi güçlendirir, bağışıklık sistemini korur, kalp kasları ve sinirlerin iyi çalışmasını sağlar.

Kayısı çekirdeği ve yağı, bileşimindeki yüzde 95 doymamış yağ asidi, yüzde 5 doymuş yağ asidi içeriği, içeriğindeki yüksek E vitamini ve ideal oleik-linoleik asit oranı ile kolesterol düzeyini düşürebilmesi, kabızlık giderici oluşu ve öksürük söktürücü oluşu gibi özellikleri de kayda değerdir.

Günde 3 adet kuru kayısı beyin ve sinir düzeninin iyi çalışmasını sağlar.  Kayısı; karaciğerin kendini iyileştirmesini sağlar. Kayısı; kemiklerin sağlığında rol oynar.  Kayısı; üreme düzeni üzerinde etkisi vardır. Kayısı; sperm kalitesini artırır. Kayısı; cildi, korur ve güzelleştirir. (www.sabah.com.tr/fotohaber/yasam/her-   

Elhasıl böyle bir nimete sahip olup sadece bakmakla yetinmek akla ziyandır. Adilcevaz’ın bürokratının da sadece edebiyatçı edaları ile süsledikleri farklı gün ve gece mesajları ve törenlerle boy göstermesi sadece tatlı “hoş sadâ” bırakır.  

Eski kaymakamlardan Oral Karakaya, İlçe Tarım Müdürü Selami Savaş, dönemin diğer bürokratlarının Nahcivan’a giderek ilçeye kazandırdığı ceviz reçeline benzer daha nice ürünler ve markalar yeniden kazandırılabilir. Mesela; “Ceviz Çayı” ile ilgili yazı yazdığımda garipsenmişti. (01.02.2014) Şayet girişimci ruhlu birisi çıkıp ceviz çayının “patentini” alarak piyasaya sürerse Adilcevazlılar ürettiği ürünün “tüketicisi” konumuna düşerler.

Zeytinin, mesir macunun, portakalın çayı olur da cevizin çayı niçin olmasın? Fakat her şeyden önce bir problemin varlığını kabullenmektir. Bunun da ilk şartı o problemin varlığını inkârdan vazgeçmektir. Sürekli halının altına süpürülen sorunlar büyük çöp dağlarına dönüşür sonra da patlamalar olur. Ne yapalım “kaderimiz” diyerek teselli yolları ararız.

Dünyanın eşsiz dağı, yaylası, sahili, havası, suyu, cevizi, kaysısı, balı, reçeli, doğasına sahip olmak yetmez, çok iyi “pazarlamak” gerekir. Özellikle tarihi binlerce yıla dayanan “kültürel mirasın” ortaya çıkarılamaması ilçenin “cazibe merkezi” olmasını sekteye uğratıyor.

Sahip olduğumuz tarihi ve doğal güzelliklerin, ören yerlerinin bu toplumun markalı şairleri tarafından şiirleri yazılmalı, ressamları tarafından en güzel resimleri çizilmeli, müzisyenleri tarafından söz yazarlığı yapılmalı, sinemacıları tarafından senaryolar yazılarak; mesela, Süphan Dağı film platosu haline getirilmeli yoksa elimizdeki tarihi güzellikler sıradanlaşır.

Adilcevaz’ı kalkındıracak iki şey var; Turizm ve tarım. Fakat bunların bilgi ve teknoloji ile katma değere dönüştürülmesi gerekir. Yoksa Hz. Nuh döneminden kalma metotlarla kazanım ve kalkınma sağlanamaz.

Veysel Koşar Bey'in ceviz için yaptığı ambalaj tasarımı örnekleri çok güzeldi. Kendisine teşekkür ediyorum. İnşaallah ilgilenen ve sahiplenen çıkar.  

Öneri: Adilcevaz’dan uzman bir ekibin Malatya’ya giderek kaysıdan bir dünya markasının nasıl çıkarıldığını yerinde görüp tespitler yaparak bilginin geri dönüşümünü sağlamak gerekir. Daha önce ceviz reçeli için Nahçıvan’a gidildiği gibi. Vesselam.

Duymuş muydunuz? Malatyalılar “kayısı çekirdeği kahvesi” yaptılar. Hiç içtiniz mi?