Aferin Evlatlarım! Her şey Bıraktığım Gibi

Prof. Dr. Zeki TAN

2013 yılında Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencileri Arapça öğrenmek için Yemen’e gittiler. Yemen’den dönerken heybelerinde çok tatlı ve ibretli hatıralarla döndüler. Yemen’de dil öğrenmek için giden öğrencilerden birisi de büyük oğlum Mehmet Akif idi. Yemen’e gitmek Mehmet Akif’in çok hoşuna gitmişti. Hiç unutmadığı cümlelerden birisi de "maun asîr lezizun" "Meyve suyu lezizdir" Meğer çarşıda bolca bulunan sıkılmış meyve sularından bolca tüketmişlerdi. Yemen sıcak ülke soğuk meşrubat içmeyip ne yapsınlar!

Ne de olsa “baba parasını” harcamak güzeldi. Zamanın da baba parası bana da keyif vermişti. Sahip olduğum değerli kütüphanemin büyük kısmını babamın verdiği paralarla kurdum. Kifayetsizlik insana herşey yaptırır.

Yemen bir Arap ülkesidir. Fakat körfez ülkeleri ile karşılaştırıldığında arada dağlarca kadar fark var. Anlatılanlara göre Yemen tam bir mahrumiyet ve mağduriyetler ülkesi imiş. Birleşmiş Milletler (BM), insani krizin yaşandığı Yemen'de bu yıl içinde 5 yaşının altındaki 400 bin çocuğun açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu bildirdi. Yemen'de yaklaşık 30 milyonluk nüfusun yüzde 80'i yardıma muhtaç durumda bulunuyor.

 Yazının başlığında geçen ifade Yemen’in içler acısı durumunu biraz ironik/gülünç de olsa anlatır.

Rivayet şöyledir: Hz. Âdem yeryüzüne indirildikten asırlar sonra Yemen’e uğramış. Fakat gel gör ki, Yemen asırlar geçse de hayatın hiçbir karesinde değişim yaşanmamış. İnsanlar tembel tembel oturuyorlar. İçinde bulundukları sıkıntılardan kurtulmak için tek adım attıkları yok. Oturdukları evleri bile son derece eskidir. Kullandıkları teknik eski ve ilkel.  Ekonomik durum Mehmet Âkif’in dediği gibi: “Sanâyiin adı batmış, ticaret öylesine, Zirâat olsa da... Âdem Nebî usulü yine...”

Hz. Âdem de bu içler acısı ve kahredici durumu görünce “aferin evlatlarım!  Her şey bıraktığım gibi...” demiş.

Kavga devam ediyor; Sünni misiniz, Şii misiniz? Hâlbuki bir insanın fikir tercihi kimi ilgilendirir. Hatta iman bile kişi ile Allah arasında olan ilişkinin adıdır. İlahi kudret, istediğim iman etsin istemediğim de etmesin demiyor "…Artık isteyen iman etsin, isteyen inkâr etsin!” (Kehf, 18/29) diyerek inançta özgürlüğe teminat ve güvence getirmiştir.

Elektrik Ne Demektir?

Yemen’den Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesine bir dizi seminer vermek için kısa süreliğine gelen Yemen’li akademisyen Prof. Dr. Necip Sûdî şöyle bir anekdot anlattı: “Biri Japon, biri Yemen’li birisi de Arabistan’lı üç kişi elektrik kesintisi hakkında “fikir teatisinde” bulunuyorlarmış. Japon, hayatında hiç elektrik kesintisi yaşamadığı için hemen ilk sırada konuşarak şunu demiş “elektrik kesintisi ne demektir? Arabistan’lı da halen fikir özgürlüğü olmayıp, ülkede felsefe okutulmasının yasak olmasından dolayı “fikir ne demektir” demiş. Yemen’li de hayatında elektriği fazla görmediği için “elektrik ne demektir” demiş. 

Hayatımızın fıkraya dönüştüğü bir yerkürede yaşar hale geldik. Bir batılı içinde bulunduğumuz hal-i pür melalimizi şöyle anlatır: “Onuncu yüzyılda Müslümanlar olmasaydı bugün dünyanın sahip olduğu bilgi olmazdı. Fakat bugün yeryüzünde Müslümanlar yaşamasa insanlık ne kaybeder?"

Bir başka fikir adamı da “batıda İslam var, Müslüman yok. Bizde de Müslüman var, İslam yok” derken İslam’ın sözü ve görüntüsü ile değil özü ve yaşanmasıyla anlamlı olacağına dikkat çeker.

Bir insanın dünyanın en zengini iken bir dönem sonrası bir ekmeğe muhtaç olması acı olsa gerektir. Bunları “ümitsizlik” olarak okumayın. Sadece bir tespittir. İlahi mesajın dediği gibi “...Zira o (iyi ve kötü) dönemleri biz insanlar arasında döndürür dururuz...” (Âl-i İmrân, 3/140) İlahi mesajına iman etmiş biriyim. Bugün aziz olanlar yarın zelil olabilir. Yeter ki çalışalım.

Hizmetler Bayrak Yarışı Gibidir

Aslında Hz. Âdem’e atfedilen bu sözlerin sıhhati değil de verdiği mesaj dikkate değerdir. Eskiden bazı sportif faaliyetlerde bayrak yarışı yapılırdı. Bayrak yarışı, bayrak koşusu olarak da bilinir, genellikle dört bölümden (ayak) oluşan, her bölümünü bir takımın ayrı bir atletinin koştuğu bir pist sporu. Her koşucu bir önceki koşucunun kendisine ulaşarak elindeki küçük bir bayrağı vermesini bekler. Etabının sonunda da, bekler durumdaki öteki sporcuya bu bayrağı teslim eder...

Bir kuruma atanan bir âmir bayrağı ilk alan koşucu gibi bütün enerjisini harcayarak hizmet eder. Fakat ne var ki bayrağı teslim ettiği ikinci kişi bazen de üçüncü kişi devraldığı bayrağı koşarak değil de yürüyerek hedefe götürmeye çalışır. Bu da yapılan hizmetlerin aksamasına ve akamete uğramasına sebep olur.

Tembellik Biz de Fıtrat Haline Gelmiş

Tembellik İslam âleminin yüz karasıdır. Bundan kurtulmamız gerekir. Hâlbuki kalbimiz bir an çalışmazsa ölürüz. Güneş bir dakika dursa kıyamet kopar. Dünya bir dakika fren yapsa harap olur.

Merhum Mehmet Akif Ersoy toplumsal bekayı çalışmaya bağlayarak şöyle anlatır: “Bekâyı hak tanıyan, sa’yi bir vazife bilir;

Çalış çalış ki, bekâ sa’y olursa hakkedilir.”

Hâlbuki “Kamer çalışmadadır, gökle yer çalışmadadır;

Güneş çalışmada, seyyâreler çalışmadadır... Ya bizler!

Bosna devlet başkanlığı yapmış, sahip olduğu fikri alt yapısı ile benzeri olmayan insan Merhum Âliya İzzet Begoviç’tir. Begoviç İslam toplumlarının içinde bulunduğu krizleri aşamamasının sebeplerini anlatırken şöyle bir tahlilde bulunur: ”…İbadetleri temizlikle ve daimi olarak zamana riayetle bağlantılı olan insanlar niçin temizlik ve dakiklik örnekleri değildir? Yılda otuz gün kendilerini yiyecek-içecekten mahrum bırakan insanlar niçin bir disiplin örneği olmazlar? Bazen acımasız ve katı olan bu ondört asırlık uygulamadan sonra temizlik ve dakiklik ve disiplin nasıl olup da onların “ikinci bir tabiatı” haline gelmemiş, hatta saplantı halini almamıştır? Bu iki soruya tatminkâr bir cevap verebilecek olan kişi Nobel ödülünü hak ederdi…”

Yemen’lilerin Vazgeçmediği Gat Otu

Mehmet Akif anlattı "dükkânın birisine arkadaşım Ahmet Çetin'le beraber uğradık.  Selam verdik. Tanışıp sohbet ederken kazancının nasıl olduğunu merak ettim "bugün kaç riyal kazandın" dedim. Adam "Elli riyal dedi." Ve hemen hemen devam etti. Bu paranın otuz riyalini gat otu alıp kalan yirmi riyali de sermaye yapacağım. Gat otu Yemen'de Yemen'lilerin hayatlarının ayrılmaz parçası olmuş. Bizdeki genç nesillerin telefon bağımlılığı gibi"

Gat, Yemen de yetişen çiçekli bir bitki. Yapraklarını çiğnediğinizde, hafif uyarıcı etkisi yapıyor. Gat bitkisi Yemen’lilerin vazgeçilmez eğlencesi arasında yer alır. Yemen de herkes gat çiğner. Erkeklerin üçte ikisi, kadınların üçte biri gat çiğner. Yemen’liler gat’ı kafaları çalışsın diye çiğniyorlarmış. Fakat kafa çalışsın diye çiğnenen gatın neticesi; çalışmayan beyinler ve perişanlık...

Husiler İle Sünniler Anlaşamıyor

Rahmetli Aziz ağabeyimle beraber büyüdük. Aramızda iki yaş vardı. Her aile de olduğu gibi bazen biz de anlaşamazdık. Böyle durumlarda annem hemen devreye girerek şöyle derdi: “Oğlum bu dünyanın iki yaşlıya kaldığı onların da anlaşamadığı anlatılır. Size ne oluyor ki bu evde sizden başka erkek çocuk yok. Siz de anlaşamıyorsunuz. Bakın kızlara hiç kavga ediyorlar mı?” 

Her yerde kan akıyor. Kanın akmadığı yerlerde de kavga var.

İslam âlemindeki fotoğraf hiç de iç açıcı değil. Hemen hemen her coğrafyada kavga var: Yemen’de de Şii bir kabile olan Husiler ile Sünniler Irak’ta Arap-Türk-Kürt gerginliği yaşanıyor. İran’da Fars-Türk-Kürt; Afganistan’da Peştun, Beluc, Tacik; Pakistan’da Sünni-Şii ayrımı var. Suriye’de Arap-Kürt gerginliğine ek Sünni-Şii/Nusayri; Lübnan’da Müslüman-Hıristiyan, Sünni-Şii; Mısır’da Müslüman-Kıpti; Suudi Arabistan’da Sünni-Şii; Sudan’da Arap-Yerli ayrımına ek olarak Müslüman–Hristiyan; Balkanlarda Türk-Arnavut-Makedon-Boşnak; Malezya’da Malay-Çinli anlaşamıyor. Birbirlerini öldürmek için yarışıyorlar. Hatta bunu “cihat” olarak kabul ediyorlar.

Irklar, etnik alt gruplar, dinler, mezhepler, cemaatler, tarikatlar birer antropolojik, sosyolojik ve kültürel gerçek olduğuna göre, problem nereden kaynaklanmaktadır. Bu sorunun cevabı çok açıktır: Problem bunların varlığında değil, bunlardan birinin kendisini merkeze alarak diğerlerini ya yok saymasından ya da onlara tahakküm etmeye çalışmasından kaynaklanmaktadır. Her ırk, din, mezhep vs. kendisini en üstün ve en doğru görmekte ve diğerlerinin yaşama hakkını kabullenmemekte, ısrar edince de çatışma kaçınılmaz olmaktadır. (Kırbaşoğlu, Destursuz Çağa Girenler, s. 14-15)

Mehmet Akif Ersoy’un İslam âlemini gezerken gördüğü manzarayı anlattığı “Din namına dindaşlarını katleden biçare dindaşlar gördüm” ifadeleri sanki Yemen’i anlatır. Ne yazık ki zalim dindaşlar bu gün de eksik olmadı. Trajikomik olan şudur. “La ilâhe illallah” diyenler “La ilâhe illallah” diyerek “La ilâhe illallah” diyenleri öldürüyor. Ne yazık ki insanı yaşatmak için gönderilen vahiy daha çok insan öldürmenin "meşruiyyet" aracı haline getirildi. Bu da dini ve vahyi kirletti. Kirlenen mesaja kimse kulak vermez oldu. 

Netice: Kur’an-ı Kerim gecenin ve uykunun hikmetini “dinlenme” (Nebe, 78/9) maksatlı olduğunu anlatır. İnsanlar gündüz çalışırlar. Yoruldukları için de gece uyku sayesinde dinlenirler. Fakat çalışmayanın uyuması ne anlam ifade eder. Çalışmayanın ekmeği hak etmediği gibi, uykuyu da hak etmese gerektir. Reklam filminde söylendiği gibi, "çok çalışmalıyız çook..."

Kıssadan Hisse: Yıl: Haziran 1503; Kristof Kolomb, gemilerin zorunlu tamiratı için Jamaika'ya uğrar. Oradaki yerliler tamirata yardımcı olur, gemi tayfasına yiyecek içecek verir. Ancak aradan aylar geçmesine rağmen tamirat bitmez. Üstelik gemi tayfası, yerlilerin yiyeceklerini yağmalamaya başlamıştır...

Bu duruma kızan yerliler, yardımı ve yiyeceği keser. Çaresiz durumdaki Kolomb, o dönemlerde gemilerde bulunan ve yıldız pozisyonlarını da içeren takvimi karıştırırken, ertesi gün Ay tutulması olduğunu öğrenir. Aklına parlak bir fikir gelir ve hemen yerlilerin şefine gider...  

Şefe, Tanrı ile haberleştiğini ve Tanrı'nın yardımın kesilmesine çok kızdığını, bu kızgınlığını da Ay'ı kan kırmızıya çevirerek göstereceğini söyler.
Ertesi gün akşam Ay tutulması başlar ve Ay'ın rengi tutulmadan dolayı kızıla döner. Kolomb'un oğlu, o anı günlüğüne şöyle yazmış: "inleme ve feryatlarla birlikte, her yerden gemilere doğru geldiler, yiyecek ve içecekler getirdiler, Tanrı'ya onları affetmesini söylemesi için amirale yalvardılar"
Kolomb kum saatine bakar, 48 dakika süren tutulma bitmek üzeredir. Onlara Tanrı'nın kendilerini affettiğini ve Ay'ı birazdan normal rengine çevireceğini söyler...
Tutulma biter, Tanrı tarafından affedilen yerliler de mutludur, evrenin işleyişini bilen Kolomb da... Kolomb bu olay sonrası seyir defterine şöyle yazar. "CEHALET HER ZAMAN KÖLELİĞİ GETİRİR."

 Merhum Said Nursi yıllar önce Anadolu coğrafyasının problemlerini tespit ederken bir sosyolog gözlemiyle "bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silahıyla cihad edeceğiz" demişti. Ne yazık ki bugün bile eğitim, ekonomi ve farklılıkları birarada yaşatmayı beceremedik.

Hatta "Van'a bütün ortadoğu coğrafyasına hitap edecek eğitim dili Türkçe, Kürtçe (yüzyıl önce Kürtçe okutulsaydı bugün yaşadığımız problemi yaşamaz, ellibin insan hayatını kaybetmezdi)  ve Arapça olacak şekilde üniversite açma projesini "kendilerini akıllı gören" köhne Osmanlı bürokrasisine götürdüğünde bu teklifle geleni "delidir" diyerek ya Fizan, Trablus ve Taif’e sürgün veyahut "toptaşı tımarhanesine" göndermişlerdi. Bu zihniyet imparatorluğun çöküşünü daha da hızlandırdı.

Makam ve para peşinde veya Koloğlu'nun ifadesiyle “hastayı mikroptan kurtarmak isterken, havasızlıktan boğan bir sistemin” sefil bürokratları kurulacak üniversiteye "rektör" mü olmak istiyor zehabına kapılıp maaş teklif ederler.

Kendisi bölgenin ancak ilim ve irfanla kalkınacağını anlatmış. Doğu'nun ileride cehaletten dolayı toplumsal krizler yaşayacağını insanların cehaletinden istifade ederek ülkenin aleyhinde kullanılacağını sezdiğinden “ben maaş dilencisi değilim, maksadımı te’hir ve maaşı tacil etmek ne hikmete mebnidir.” Toplumsal taleplerimi erteleyip dikkatleri başka tarafa çekmek için maaşı hemen vermenin hikmeti nedir? demiştir.

Fakat o gün bugündür bilgiyi, bilgi sahibini ve hakikati hep zehirleyip ötelediğimizden problemleri çözemiyoruz.

Devletin kurumlarındaki koordinasyon bozukluğu, öngörüsüzlük,  "beceri eksikliği" ve "kifayetsizlik" çöküşü hazırlar.

Hikâyelere alışmış toplumları hakikatlerle yüzleştirmek çok zordur.  Hatta böbrek taşı misali bazıların "zihin taşını" düşürmek kadar acı verir.

Yazının başlığı nasıldı; "aferin evlatlarım! Her şey bıraktığım gibi." Vesselam.