Yıllar önce ilahiyatçı bir hocamız başından geçip unutamadığı şöyle bir hatırasını anlatmıştı "Hayatımda hep dost aradım. Dost her zaman bulunmaz. Nerede bulacaksın İbrahim gibi halîl/dost. Ateşe atıldığında bile ateşin yakmadığı. Dost dostun yanmasına rıza gösterir mi? Allah evini/Kabeyi dostuna yaptırmıştı.
Dost; ikinci sensin, bul bulabilirsen…
Yıllar önce, mahkûmlara ders vermek için cezaevine gitmiştim. Hz. Yusuf'un cezaevi hatıralarını anlatırken bir mahkûm "Hocam! Yıllardır burada ömür tüketen arkadaşların hemen hemen hepsi dost mağdurlarıdır" demişti. Bu nasıl dostluksa!
Öyle dost var ki yılan seni ısırmasın diye ayağıyla yılanın deliğini kapatır. Tıpkı Hz. Ebu Bekir'in Sevr mağarasında dostuna yaptığı gibi. Öyle de dost vardır, yılan seni ısırsın diye didinip çalışır. Hz. Ali'ye Haricilerin yaptıkları gibi…
Fakat benim çok sevdiğim bir ilim ehli dostum vardı. Başka şehirde yaşadığı için zaman zaman ziyaret ediyor beraber hasbihalde bulunuyordum.
Bir gün kendisini ziyaret ettim. Gecenin geç saatlerine kadar İslam coğrafyasının içinde bulunduğu değişik ahval ve problemleri konuştuk. Artık yatma vakti gelmişti. İlim ehli dostumun durumu pekiyi olmadığından dolayı ancak kendine ve çocuklarına yetecek iki odalı bir evde kalıyordu. Bir odasında ikimiz diğer odasında da çocukları yattı. Eskiden beridir bende meydana gelen bir alışkanlık hali de gece uyurken en küçük sesten de uyanıveriyordum.
Gecenin bir saatinde dostumun teheccüt namazı kılmak için kalktığında ben de uyanıverdim fakat ben namaz kılmaya kalkmadım, öylece yorganımın altında olup bitenleri seyrediyordum. Sevgili dostumun namaz kılışını namazdan sonra da gözyaşlarına şahitlik etmiştim.
Bu güzel manzarayı hem sevmiş hem de özenmiştim. Sabah oldu. Fakat gecenin bağrında namaza kalkıp gözyaşı döken dostumun ne vesile oldu bilmiyorum evdeki aile bireyleri ile konuşmasına kulak misafiri olduğumda elimde olmadan irkilmiş ve çok utanmıştım. O kadar çirkin ve nezaketsiz konuşuyordu ki kendi kendime gece namaz kılanla İslam ahlakının hiçbir kuralına uymayacak şekilde ayarsız konuşan aynı adam olamaz dedim. Bir an sarsılarak durakladım. Çünkü bu kadar seviyesiz ve çirkin sözleri ilim ehlinden hiç mi hiç beklemiyordum.
Duaların kabule yakın olduğu gecenin son anlarında alnı secdeli dostumun bile hayatından ahlak adeta buharlaşarak uçup gitmiş. Ortada ahlaktan eser yok gibiydi…
Bir yerde yanlış yaptığımızı daha iyi anladım. Eğer siz bilgiden önce bilgi ahlakını hatta dinden önce insan olmak gerektiğini anlatmazsanız ortaya geceleri gözyaşı döküp sabahleyin ağza alınmaması gereken yakışıksız ve çirkin sözleri işitmeye devam edersiniz…"
Hâlbuki ahlak, inancımızın amel ve aksiyona dönüşmesidir. Dindar ahlaklı olmak zorundadır. Ahlaksız olmak gibi lüksü yoktur. Fakat şunu da unutmamak gerekir. Din insanı bizatihi ahlaklı yapmaz, sadece ahlaklı olmanın yolunu gösterir. İnsanın iyi-kötü tercihine imkân tanır. Her namazda “Bize doğru yolu göster” diye niyazda bulunsak da doğru yola gitme konusunda ya da yoldan sapma konusunda Allah’ın bir dayatması olamaz. O sadece yolu gösterir yolu yürüyecek ve seçecek olan bizleriz.
Şunu da bilmek gerekir ki; Ahlaklı olmak için illa ki Müslüman olmaya gerek yok. Ateist veya Budist de ahlaklı olabilir. Çünkü ahlak kimsenin tekelinde değildir. Ahlakın bir kaynağı da akıl, vicdan ve fıtrattır. Bozulmamış fıtrat ve vicdan ahlakî davranışlar sergileyebilir. Uluslararası endekslere bakıldığında dünyada ençok iyilik yapan ülkeler arasında ilk üç sırada Müslüman ülke yoktur.
Fakat bu "inanmasam da ahlaklı olurum" anlamına gelmemelidir. Bugün karşı karşıya kaldığımız hedonizm/ sürekli haz ve keyif verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğunu savunma.
Sekülarizm/toplumu dinî, ruhani değerlerden arındırarak dünya hayatına odaklanma.
Egoizm/ bencillik bireyin kendini merkeze koyarak kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi.
Narsizm/ sadece kendini beğenen, kimseyle iletişim kurmadan sürekli ilgi bekleyen, dünyanın kendisi etrafında döndüğünü zannetme, “kişinin kendisine âşık olması” … vb akımlarla dinleri dışlayarak çözüm bulmak zordur.
Fikri dünyamız sağlıklı olduğunda davranışlar da estetik olur. Bu güzellik konuşmaya, oturmaya, susmaya, yürümeye, yatmaya bile yansır. Öyle insanlar var ki onlarla oturmaya, yürümeye, sohbet etmeye, bir arada bulunmaya doyamazsınız. Hatta böyle insanlarla geçirdiğiniz bir gün ömre bedeldir.
Ahlakçı ise ahlaki ilkeleri anlatırken ağzından bal damlar misali anlattıkları o kadar hoşunuza gider ki hayran kalırsınız. Bazen de imrenirsiniz. "Keşke ben de bunun gibi olsaydım" dersiniz. Onun gibi olmayı ideal haline getirirsiniz. Fakat konuşma bittikten sonra öyle davranışlar sergiler ki söyledikleri ile taban tabana zıttır. İnsan olabilmek vasfından sıyrılmıştır.
Ahlaklı olmakla ahlaklı görünmek farklı şeylerdir. Bu dindarlık için de geçerlidir. Kur'ân bizden dindar görünmemizi değil dindar olmamızı ister. Mesela; "Yazıklar olsun şu namaz kılıp duranlara, onlar ki kalpleri namazlarına yabancıdır onlar ki niyetleri yalnızca görülüp takdir edilmektir." (Mâun, 107/4-6) âyeti ne olmayı değil, sadece görünmeyi kınamaktadır.
"Ahlaklı olmak ile ahlakçı olmayı" şu şekilde de ifade etmek mümkündür. Dindar olmak ile dinci olmak farklı şeylerdir. Bir başka ifadeyle "bilmek ile aksiyona dönüştürmek farklıdır."
Dindar, dini ahlaki boyutu ile yaşar yaşadıklarını kimse farkına bile varmaz. Dinci dini anlatır fakat dinin gereklerini yaşamaz. Yaşaması gerektiğini umursamaz. Bazen yaşama ihtiyacı bile hissetmez. Vahyin "Ey iman edenler! Niçin bir türlü söylüyor, başka türlü yapıyorsunuz; yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah nazarında en tiksinti verici şeydir!" (Saf, 61/2-3) ikazı, bizi söylem ile eylem bütünlüğüne davet eder.
Ahlaki bir erdemin söylenmesi tek başına anlam ifade etmez. Gereği yapıldığında anlamlı ve değerli olur.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan'ın, "Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması, Anayasa'yı tamamen anlamsız ve işlevsiz hale getirebilir" sözünü ödünç alarak şöyle uyarlıyayım. Bir metni, bu metin ilahî veya beşerî olabilir. Bu metne uymama onu tamamen işlevsiz ve anlamsız kılar. İnanan insanların dinleri karşısındaki tavrı tam da budur.
Yani bu âyet çokca okunup tekrarlanarak değil amel ve aksiyona dönüşünce anlam ifade eder. Yoksa emir Allah'tan da gelse "inandırıcılığını" yitirir.
Söz sahibinden dolayı güçlü ve etkili fakat dinleyenler umursamıyorsa o zaman da sözün içi boşalır ve anlamsızlaşır.
Din dindardan yaşadığı hayatın gösterişe dökülmesini istemez. Hatta hayır yaparken "sağ elinin verdiğini sol elinin bile bilmemesini" ister. Bu yapılacak iyiliğin gizli ve insanlardan habersiz verilmesi demektir.
Gazzali der ki: "Keşke günahlarımızı gizlediğimiz gibi iyiliklerimizi de gizlesek. Çünkü Allah için yapılan bir iyilik ne kadar gizli yapılırsa yapılsın, velev ki kara gecede kara kayanın altındaki kara karınca misali de olsa Allah iyilikten haberdardır. Eğer insanlar başkaları görsünler diye iyilik yapıyorlarsa makbul değildir."
Hz. Ömer: “Birinin kıldığı gece namazı sizi aldatmasın. Gerçek dindar, emaneti sahibine veren ve Müslümanların elinden dilinden zarar görmediği kimsedir” uyarısını yaparken insanları farklı yapan insan-insan ilişkileri olduğuna dikkat çeker.
Sahibini güzel davranışa taşıyamayan bir ibadetin Allah katında değerinin olmadığını Hz. Peygamber şöyle anlatır: “Nice oruç tutan vardır ki, oruçtan nasibi sadece açlıktır; nice geceleri namaz kılan vardır ki, namazdan nasibi sadece uykusuzluktur.”
Tarım Bakanlığı zaman zaman bazı şirketlerin "tağşiş" yani hile yaptıkları ürünlerin listelerini yayınlıyor. Gıdalarda yapılan "hileleri, sahtekârlıkları" bu listelerde görmek mümkündür. Standartlara uymayan sıvı yağları, dana eti yerine eşek eti kullanılan birçok ürünü bu listelerde görebilirsiniz.
Kıldığımız namaz bizi hileli işlerden korumalıdır. İbadetlerimiz bizi ahlaklı yapmalıdır. Çünkü namaz ahlak için vardır.
Halil Cibran’ın “Sözden ve söz ehlinden çok usandım. Bu âlemde gidip aralarına katılabileceğim bir dilsizler topluluğu var mıdır acaba? Allah bana acır ve bir sağırlık armağanı verir de ebedi sessizlik cennetinde mutlu olarak yaşar mıyım? Yerin yüzünde dillerin verdiği rahatsızlıktan azade bir köşe var mıdır? Yeryüzü sakinleri arasında konuşarak nefsine tapınmayan var mıdır hiç? Varlık toplulukları arasında ağzı söz haramileri için mağara olmayan biri var mıdır?” sözleri zihnimden geçti.
Aliya İzzet Begoviç "iyi insan olmayan iyi Müslüman olamaz" diyerek insanlık kumaşı kötü olandan iyi Müslüman çıkmayacağını söyler.
Anonim bir mottodur; gömleğin düğmelerini yanlış iliklemek. Herhangi bir yanlış yapıp işi tekrar başa sarmaya örnek olarak anlatılır. Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince de gerisi bütünüyle yanlış oluyor; öteki düğmelerin doğru iliklenmesinin anlamı kalmıyor… İlk düğmeden sonrakilerin durumunu düzeltmek için harcanan bütün iyi niyetli çabalar boşa gider.
Burada “ilk düğmenin” doğru iliklenmesi misali ahlakın yeniden ele alınmasıdır. Çünkü ahlaktaki bozulma, sapma, yozlaşma teselsülen ibadet ve muamelatta da kendini gösterecektir.
Vahyin bize aktardığı ahlak gibi bazı problemler var ki, tali sorunların ana kaynağıdır. Ana sorunlardan herhangi birisini çözdüğünüzde, bunlardan kaynaklanan tali sorunlardan (şekilcilik, güvensizlik, şefkatsizlik, zulüm, sığlık, rant, takdis, tağşiş, tahkir, tedhiş... vb. yüzlercesi kendiliğinden çözülmüş olur. Bunlardan herhangi birisini görmezden geldiğimizde veya kanserli azayı sağlıklı bildiğimizde bizi felaket bekliyor demektir.
İlahi vahiy ferdin değişiminin içten yapılması gerektiğini çok veciz şekilde şöyle anlatır: “…Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez...” (Ra’d, 13/11)Bu âyet bize toplumsal değişimin gönül dünyamızın değişiminden başlamamız gerektiğini anlatır.
Eğer Kur'ân'ın ilk emirleri "içki içmeyiniz, zina yapmayınız, kumar oynamayınız, faiz yemeyiniz" olsaydı insanlar zorlanır ve uymazlardı. Önce bu kötülükleri terk ettirecek altyapısı; "inanç ve ahlak" hazırlandı. Sonra da diğer emirler…
Hz. Peygamber önce “güvenilir” oldu sonra Nebi olarak akli yetersizliklerinden değil ahlaki bozulmaların olduğu topluma gönderildi. Hatta Haceru'l-Esved'in yerine yerleştirilmesindeki "adaletli ve stratejik" davranış, "Hilfu'l-Fudûl'a" katılması Peygamberlik öncesine ait "ahlaki" ve insani davranışlardandır. Amcası Ebu Talib'in vahye inanmamasına rağmen yeğenini korumasında akrabalık etkisi varsa ahlakilik de vardır.
Hz. Peygamberin kişiliğini inşa eden Kur’an kıssalarına baktığımızda geçmiş ümmetler büyük oranda ahlaki yozlaşmalardan ve sapmalardan dolayı tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir
Lut kavminde görülen cinsel sapma, Şuayb kavminde toplumu ahtapot gibi saran ticari ahlaksızlık, Âd kavminin âsiliği, Sebe toplumunda nankörlük, Semud kavminin azgınlığı bunlardan birkaçıdır.
Bu ahlaksızlıkların günümüzde bazen bireysel özgürlük adına savunulur olması da diğer bir konu olarak önümüzde durmaktadır.
İbn-i Rüşt'ün "yumurta dışarıdan kırılırsa yaşam son bulur, içerden kırılırsa yaşam başlar; zira önemli dönüşümler hep içten başlar." ifadeleri değişimin fertlerin gönül dünyalarından başlanması gerektiğine dikkat çeker. İç değişim ve ahlaki dönüşümün gerçekleşmediği bir İslam coğrafyasında iktisadi, siyasi, toplumsal, hukukî konularda değişim beklentisi "züğürt tesellisidir."
Bunun da gerçekleşmesi fertlerin ahlak eğitiminden geçmesiyle mümkündür. Medeniyet tarihimizde ahlak misyonunu üstlenen "kurumların" bugün kendilerinin ahlak krizinde bocaladığı bir vakıadır. Yiyecekleri kokmaktan korumak için tuzlarsınız, ya tuz kokarsa! Son dönem müteşeyyihleri gibi.
Ahlak literatürü ve özellikle "İsyan Ahlakı" ile ilgili halen okunan Nurettin Topçu'nun öğrencisi Prof. Dr. Mehmet Orhan Okay'a yazdığı kahır ve ızdırap dolu mektubu şöyledir:
"Hizmetine ömrümü harcadığım bu memlekette dostlarım kalmadı gibi bir şey… Âdetâ yapayalnızım, boşlukta ve âdetâ etrafımdakilerden başka bir dünyadayım.
İnsanın düşkünlüğünü, sefaletini bilirdim; ama ruh sefaletinin bu kadar karanlığını görmemiştim. İnsan diye emek verdiklerimin hemen hepsi de ruh ve mânâ mefhumuna yabancı, menfaat kölesi birtakım haşerelermiş.
Ahlâksızlığın ummanı olan Şark'ı, yaşadıkça çok daha iyi tanıyorum. Burada insanı fenerle arayanlar yanılmamışlar.
Ah, 'Müslümanız' diyen şu insan yığını yok mu? İşte, onlar, Şark'ın en aşağı tabakasını teşkil ediyor.
Müslümanlık, yani yaşanan şekliyle Müslümanlık, Şark'ı bitirmiş. Buraya artık ne ilim girer, ne ahlâk; ne de Allah uzanır bunlara…
Bunların önce her şeyi bırakıp, insanlık devrine girmeleri lâzım!"
Burada Topçu, toplumun "ahlaki rol-modelleri" yetiştirmemizin vazife olarak önümüzde durduğunu söyler.
Bazen rol-model olanlar çirkefleşince işin içinden çıkmak mümkün olmuyor. Bu durum sanat, ilim, siyaset, müzik vb. bütün alanlarda geçerlidir.
Ahlak krizinin sadece İslam coğrafyasında olduğunu düşünürsek yanılırız. Almanya’da bir lise müdürü, her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlerine şu mektubu gönderirmiş: Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar. Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizlerden isteğim şudur: Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma-yazma, fen, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa, ancak o zaman önem taşır." Ahlak, Ahlak, Ahlak…
Kıssadan Hisse: Birisi anlatmıştı "Sabahın seher vaktinde camide cemaatle namazı kılıp dönerken yolda, bir ineği zorla bir arabaya yüklemeye çalışan bir gruba rastladım. İnek binmekte direniyor, bir türlü binmiyordu arabaya.
Ben yaklaştım ve bir elimle ineğin alnını şöyle bir okşadım. İnek sakinleşti ve direnmeyi bıraktı. Adamlar ineği hemen arabaya bindirdiler.
Ben gururlandım ve kendi kendime "Sabah namazını cemaatle kılmanın kerameti işte" dedim.
Eve geldiğimde annem ağlıyordu. "Niye ağlıyorsun?" dedim. "İneğimizi çalmışlar!" dedi. O gurubun arabaya zorla yüklemeye çalıştığı ve benim de arabaya yüklemelerine yardımcı olduğum inek bizim ineğimizmiş fakat inek beni tanımıştı, ben ineği tanımamışım."