Anneciğim İçim Yanıyor

Prof. Dr. Zeki TAN

Yukarıdaki ifadeler şu anda lise son sınıfta yoğun bir tempoyla üniversiteye hazırlanan ilkokul altıncı sınıfa giderken söylediği hanemizin en küçük bireyi Mustafa Sungur‘a ait.

Herhangi bir sözün arka planını anlamak için gazetecilikteki haberin öğelerini 5N1K şeklinde formülleştirilen "Ne?  Ne zaman? Nerede? Nasıl? Neden? Kim?" sorularının cevaplanması gerekir.

Mustafa Sungur da bu sözleri geçen gün aşağıda anlatılacağı müessif olaydan sonra söyledi. Kendi harçlıklarını biriktirerek aldığı bilgisayarı ergenliğe adım atmasının da etkisi ile biraz nobranca/kaba ve sert kullandığı için arızalandı. Arızalanan bilgisayarın tamiratı için her zamanki gibi bana müracaat edildi.

Ben de "kendilerine bilgisayarı tamir ettiririm fakat ücretini asla ödemem. Masraflarını hepiniz; Mehmet Akif, Ebru Elif ve Mustafa Sungur ortaklaşa ödeyecek." dedim. Buna razı oldular. Herkes paranın bir kısmını ödedi. Sıra Mustafa Sungur’a geldiğinde okul harçlıklarından biriktirdiği kuruş kuruş topladığı paraları Fenerbahçe armalı cüzdanın içinde kâğıt paraya dönüştürülerek getirildi. Fakat parayı vermeye eli bir türlü varmadı. Çünkü bu paralar kendisine verilen harçlıklardan gıdım gıdım biriktirilmişti.

Günlük olarak harcayacağı paradan simit almış meyve suyu ve çaydan vazgeçerek biriktirdiği paralar. Kendi eli varmasa da kendi payına düşen (50) elli tl’yi aldım. Para cüzdanından değil kalbinden kopan bir parça gibi kendisine acı verdi. Annesine derin derin baktı. Acaba yardım eder de para cüzdana geri girer mi diye? Annesi de bana baktı. Ben bu kararımdan vazgeçmeyeceğimi ısrarla söyledim. Nihayet para cüzdandan çıktı. Arkasından da ıslanan gözler eşliğinde ağlamaklı bir sesle “anneciğim için yanıyor” sözlerini Fenerbahçe’nin Pendik Spora yenildiği hüzünle söyledi.

Benim de içim yanmadı değil. Benim içim gözlerinin yaşarmasına, onun içi de paranın gidişine yandı. Fakat bu bir ders olmalıydı.

Demek ki insanın kendi “el emeği” ile kazandığı paralar, “babamatikten”  alınan paralar gibi değildir.

Bir ara yaptığım bir harcamadan dolayı, Mustafa Sungur rövanş almak için tıpkı Fâtih'in Fedaisi Kara Murat'ın fethettiği kalenin burçlarına çıkma edası içinde bana dönerek "Baba nasıl! Senin de için yanıyor mu? dediğinde ben de hiç karizmayı çizdirmeden "tabi ki içim yandı" dedim.

Emlakçılar gayrimenkul satın aldıklarında ilk sordukları soru “bu evi kendi paranla mı aldın, yoksa babandan miras mı kaldı? Eğer ev satanın babasından kalan miras ise ucuza kapılıyor. Kendi kazandığına da çok sıkı pazarlık yapılıyormuş.

Baba Mirası Değil Alın Teri

Eskiden araçların arkasına tampon yazıları yazılırdı;

 “ya geç karşıma ortalığı inlet ya da çekil kenara beni seyret”,

“ya yol ver ya yol bul ya da yoldan çekil”,  

yollar gidişime kızlar bakışıma hasta”,

“böbrek taşı olanlar ve hamilelik şüphesi olanlar binemez”,

“bana Tofaş kadar zevk verseydin vites kolu yerine ellerini tutardım.” bir de

“Baba mirası değil alın teri”

“Babam sağ olsun...” 

Bütün bu özlü sözler okuyanlara farklı mesajlar verir. Benim dikkatimi çeken mesaj kendi elinin emeği olmayan bir nimetin değerinin bilinmediğidir.

Parasını ölçüsüzce, bol bol harcayıp tüketmeye “har vurup harman savurmak” deyimi güzel anlatır. İnsanın kendi çalışarak kazanmadığı para kumar parası gibidir. Ne kadar verirsen ver, arkasında için yanmıyor. Çünkü o paranın arkasında emek ve alın teri yoktur. 

Kur'ân'ın faiz, kumar, falcılık ve rüşveti haram kılmasının hikmetleri var. Birisi; bu paraların helal emek harcanmadan kazanılmasıdır.

Nobel iktisat ödülü alan Thaler’in ürettiği bir kavram da  “Mental accounting” (Psikolojik muhasebe) kavramıdır. Bu kavram insanların aynı miktar parayı geldiği ve harcayacağı yere göre farklı değerlendirme eğilimini açıklıyor. Piyangodan kazanılan 1000 lirayı çarçur eden bir kişi maaşından gelen 1000 lirayı çok daha özenli bir şekilde harcamayı seçiyor. Oysa para aynı para, fark kazanmanın şeklindedir.

En Ağır Ceza

Kur’an-ı Kerim’de işlenen suçlara verilen cezaların gayesi caydırıcılıktır. Suç işlerken alacağı ağır cezayı hatırlayan kimse kolay kolay suç işlemez. En ağır ceza da insan öldürmeye verilmiş. Bir kişiyi öldürene verilen ceza idamdır. Bir insan birisini öldüreceği zaman kendisinin de öldürüleceğini bilse başkasını öldüremez.

Bu kadar ağır ceza bazılarına “ilkel” gelebilir. Allah’ın bu ağır cezayı takdir etmesinin sebebi; insanın kerim ve aziz olmasıdır. Allah yeryüzünde her şeyi insan için yarattı. Peygamber, din, kitap, cennet...  Hâsılı her şey insan içindir, insan yoksa bunların anlamı yoktur. Bu kadar değerli olan bir varlığın ortadan kaldırılmasının cezası da en ağırından olmalıdır.

Çocuğu İki Parçaya Ayırma

Bir annenin kendi çocuğuna bakışı ile meşakkatini çekmeyip “doğurmadığı” çocuğa bakışı aynı değildir. Kendi çocuğunda emeği var. Çile var. Uykusuz kalmak var. Aç kalmak var. Aşağıdaki hadis buna dikkat çeker.

“Vaktiyle iki kadın yanlarında çocuklarıyla giderken bir kurt gelip onlardan birinin çocuğunu kapıp götürdü. Kadınlardan biri arkadaşına:

- Kurt senin çocuğunu götürdü, dedi. O da:

- Hayır, senin çocuğunu götürdü, dedi.

Kadınlar dâvalarını halletmek üzere Dâvûd Peygambere başvurdular. O da yaşlı kadını haklı görerek çocuğu ona verdi. Kadınlar oradan ayrıldıktan sonra Hz. Dâvûd’un oğlu Süleyman (as)’e giderek, meseleyi ona da anlattılar. Hz. Süleyman:

- Bana bıçağı getirin de çocuğu ikiye bölerek aralarında paylaştırayım, dedi. O zaman genç kadın:

- Allah sana rahmet etsin, öyle yapma! Çocuk onundur, dedi.

Hz. Süleyman da çocuğun genç kadına ait olduğunu belirtti. (Buhârî, Enbiyâ 40, Ferâiz 30; Müslim, Akdıye 20; Nesâî, Âdâbü’l-Kudât 14)

Anne şefkati hiçbir şey ile yarıştırılmaz. Çocuğun sahibi olan kadın benim çocuğum yaşasın da varsın benim yanımda olmasın duygusuna sahiptir.

Emek Vermek Değer Katar

Celaleddin er-Rûmî toplumsal problemleri anlatırken hep olaylar üzerinden mesaj verir. Bunlardan birisi de şöyledir.

Bir çoban şehre gitmiş, ayağındaki eskimiş, pörsümüş çarıkla çarşı pazar geziyormuş. Bir ayakkabıcı dükkânının önünde durmuş. Ayağındaki çarıkla vitrindeki ayakkabı konuşmaya başlamış:

Çarık, vitrindeki ayakkabıya “kardeş” demiş, “Sen de deridensin ben de... Ama nasıl oluyor da, sen vitrinlere kurulmuş, tahtlara oturmuş, pırıl pırıl parlamaktasın? Ben ise perişan vaziyette sürünmekteyim. Bu adalet mi?”

Ayakkabı çarığa şöyle cevap vermiş:

“Çarık kardeş” demiş, “her ikimiz de derideniz doğru. Ama bir farkımız var. Sen hiç benim gibi makaslarla doğranıp törpülendin mi? Benim gibi cenderelerden geçip, kalıptan kalıba girip, çekiçler yedin mi?”

Çarık biraz da iç çekerek “hayır” demiş. Bunun üzerine ayakkabı sözünü şöyle tamamlamış. “Seni ıslak gön olarak aldılar, fazla emek vermeden ağzını büzüp diktiler. O halde benim gibi olamazsın. Benim geçtiğim zorluklardan, badirelerden geçersen, sen de benim gibi vitrin keyfi sürersin.”

Hayatta her şey böyledir. Değerli olmak için emek verip ter dökmek gerekir. Büyük mütefekkir: “En büyük saadetler büyük ve acı felaketlerin neticesidir” derken ne kadar da haklıdır. Meyvelerin yenmesi için hamlıktan kurtulması gerekir. Ekmek soframıza gelene kadar değirmenden, fırından geçer.

Peygamberlerin büyüklüğü çektikleri sıkıntının neticesidir. Nebi (sas) şöyle buyurur: “İnsanların en çok bela ve musibete uğrayanları evvela peygamberlerdir, sonra derecelerine göre diğer insanlar gelir.” (Buhari, Merdâ, 3; Dârimi, Rikâk, 67; Müsned, I/172) Tirmizi, Zühd 57)

Pişmeden çile ve sıkıntı çekmeden insan hamlıktan kurtulamıyor. Aliya İzzet Begoviç

"Davalar acılar içinde doğar, refah içinde ölür” teşhisi halen güncelliğini korumaktadır.

Müslümünlar “alın teri” dökmeyince batıdan gıda maddeleri, “fikir teri” de akıtmayınca gâvur dedikleri ülkelerden teknoloji satın alıp camilerinde kullanıyorlar. (klima, ampul, hoparlör, elektronik vb…)

En Hayırlı Para

En hayırlı kazanç insanın terleyerek ürettiğidir. Allah’ın gönderdiği her Peygamberin geçimini sağlayacağı mutlaka bir mesleği var. Hz. Nuh’un marangoz, Hz. İdris’in terzi, Hz. Davud’un demirci, Hz. Yusuf’un saat tamirciliği, Hz. Peygamber (sav)’in ticaret yaptığı görülür. Yaptıkları tebliğe karşı hepsinin seslendirdiği ortak parola şu olmuştur. “Ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum...” (Şuara, 26/109, 127, 145, 164, 180) diyerek geçimlerini “el emekleri” ile sağlarlardı.

Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurur: “Hiçbir kimse, asla kendi kazancından daha hayırlı bir rızık yememiştir. Allah’ın Peygamberi Dâvûd aleyhisselâm da kendi elinin emeğini yerdi.” (Buhârî, Büyû’ 15, Enbiyâ 37)

Bir nimetin değeri ve kıymeti el emeği ve göz nuru ile bağlantısının olmasıdır. Bu evrensel ölçü Peygamberler için de geçerlidir.

El emeği ile üretmeyenler başkalarına muhtaç olurlar. Türkiye’nin en değerli 100 markasının toplam değeri 19.8 milyar dolardır.

Apple’ın marka değeri 214.5 milyar dolar.

Amazon 100.7 milyar dolar.

Google 155.5 milyar dolar.

Microsoft 92.7 milyar dolar.

Coca-Cola 66.3 milyar dolar. Yani bizim 100 marka şirketin hatta en büyük 500 şirketimizin toplam değeri dünya listesine giren şirketlerden birinin değeri kadar bile değil.

Anneciğim içim yanıyor… Haksız mı?


Mustafa Sungur Tan