Arayış

Merve AYDIN

-Onca dert var senin yazacak bir şeyin yok mu?
- Yazacak bi hikâyem yok
- Sen kuyunun dibini görmüşsün hikayen biter mi hiç? dedi.

O an anladım ki çözülecek kilitler aslında insanın içinde saklıymış. Sırdır insan bir damla kanla aşikar olunan. Aşikar olanının sahibine varılan.


Bir hata var bu kitapta bir eksiklik kocaman bir boşluk, ki yerini hiçbir tuğlanın kapatamadığı bir boşluk var ve o boşlukta sallanan düşüncelerimiz, bu yıpratıcı çelişkinin altında ezilenlerimiz çokça.

Bazı duygular var içimizde bir yerde saklanan, kendimizden dahi gizlemek istediklerimiz. Öğretilmiş çaresizliklerimiz, beli bükülmüş hayallerimiz, hayalini kurmaktan bile çekindiğimiz yarı aç isteklerimiz var hep. Pencere önünde ama nedenler, niçinlerimiz içinde açmayan çiçeklerimiz...

Mecnun gibi çöllere düşemeyişimiz, Ferhat gibi bir damla suda bir canı yitiremeyişlerimiz var. Kimi Kerem gibi sazında sözünde bulurken Aslı'sını ne aradığını bilmeden bir kıvılcımla kendimizi bitirişlerimiz var. Kimi Züleyha gibi Yusuf'un nurunda bulurken aşkı Ahmed Arif'in mısralarında kaybedişlerimiz var büsbütün mağlup oluşlarımız...

Kötülüğün ve günahın daha doğuştan mayamıza katılmasıyla belki de gün yüzüne çıkaramadığımız utandıracak, mahçup kılacak yanlarımız, yanlışlarımız var. Yaratılışımızın güçlü talebiyle sonsuz boğuşanlarımız...

Azımsanacak ne çok şeyi varken kibri boyunu aşan, yokluktan sızı çekerken varlığın aynasında görünenler ve bunların aksine aklının ilerlediğini anladığı günden beri her şeyin kendisine apaçık göründüğü bir taraf var.

Ama asıl rahatsız edici olan cehaletini sergilemekten kaçınmayan bir yığın içi boş bedenlerin umarsızca ortada oluşu. Özgüven yanılsamasını farketmeleri gerekirken gün be gün huzurumuzdan çalanlar var. İnsan insanın kurdu derler, ne çok mana. Ama güzel olan şu ki; bu doğal yıpranma zamanla bütünleştiğinde kahkalarla ağırlanan bir komedini halini de alabiliyor sonrasında. Bir taraf gelen güneşi kaçırmamak onu derinine hissetmek için güneş gözlüklerine sarılırken diğer taraf zihinsel açlığını zehirli düşüncelerle doyurup ta gözbebeklerine kadar akıtırlar o zehri. Tıpkı aynı noktada dönüp duran bir salıncak gibi.

Unutuyoruz hep, akrebin doğasında can yakmak vardır evet ve biz ne yaparsak yapalım herkes fıtratının gereği yapacaktır günün sonunda.

Bu koskoca bir yanılsamadan ibaret olan  öğrenilmiş bir acizlikten başkası değil bir takımı için.

Trajedi ama çoğunlukla bi komedi tadında.

Yaşama çılgınlığı mı yoksa yok sayma arzusu mu bilemedim. Hayatın sarhoşu olup idrakin ötesinde yaşamı reddetmek mi yoksa tüm köklerimizi benimseyerek yaşama direnmek mi? Hep bi muamma hep bi bilinmezlik.

Şimdi buraya bir virgül koyacağım ve artık kendime döneceğim.

Bi parça taşa toprağa dönüp yüzümü, sözümü akan suya bi sahil kenarına dökeceğim sonra. Sende izin ver içindeki o kanadı kırk yerinden kırık kırgın kuşa artık aynı yollara çıkmasın diye ayak izlerin. İzin ver arada bir seher vakti okşasın tenini, arada yağmurun coşkulu damlalarının altında akıp giderek, zamanın hızına hoyratça akışına inat zamanın ninnisinde uyut tüm detayları, yok say.

Evet mükemmel yaratıldık ve evet hiç birimiz mükemmel bir hayat yaşamadık. Ve ne yazık ki mutluluğu çelişkilerin, zıtlıkların, birbirini inkar ederek bir arada var olan duyguların arasında aramak ve bulmak zorundayız. En çok da gülerek...

Aklıma kazınan bir söze düştü yolum yakın zamanda: "Gülmek güneşi getirir" diyordu. "GÜLMEK GÜNEŞİ GETİRİR." Gülmek pencere arkasından perdeyi aralamaya benzer bi parça ışık arayan için. Ki iyi bilirim bir tek böyle dağıtılır o yaslı karanlıklar. Ancak böyle böyle karanlığı yırtar güneş yükselerek. Çünkü insan ancak gülebildiği kadar tutunabilir hayata içindeki o güçlü ışığa...

William James'in de dediği gibi:

"Mutlu olduğumuz için gülmeyiz. Güldüğümüz için mutlu oluruz." O halde bu sihirli cümleyi unutmamanız, hayata daha da değer katmanız için içtenlikle gülümsemeniz temennisiyle.