Beslenme ve Yaşam Kültürü

Bir toplumun beslenme kültürü yaşam şekliyle yakından ilişkilidir.

Bir toplumun beslenme kültürü yaşam şekliyle yakından ilişkilidir. Yaşam şeklinin değişmesi, beslenme kültürünün de zamanla değişmesine neden olmaktadır.

İlk çağlarda insan, yaşamını sürdürebilmek için doğada bulunan hayvanları avlamak; bitkileri toplamak zorunda kalmıştır. İnsanoğlu zamanla bunları kendi yetiştirmeyi, yetiştirdiklerini pişirerek daha lezzetli hale getirmeyi öğrenmiştir. Yeni tatlar bulma çabası ilkçağdan başlayarak günümüze kadar ulaşmıştır. Bugün de, insanoğlunun en önemli uğraşı olarak devam etmektedir.

 

Ülkemizde yemek kültürü; anne ve babanın çocukları ve öteki yakınlarıyla birlikte sofraya oturması, toplum ve aile hayatının düzenlemesi açısından büyük önem taşımaktadır. Anadolu'nun tüm yörelerinde olduğu gibi Adilcevaz ilçe merkezinde de mutfak etrafında oluşan gelenek, görenek, adet ve inanmalara dayalı olarak birçok uygulama ve pratiklere başvurulduğu gözlenmektedir.

Yöre halkı, sofraya “sofra” yemeğe ise “aş” demekte; sofranın temel malzemelerini sofra bezi, tahta, sini olarak ifade etmektedir. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de yemek yer sofralarında yenmektedir. Yöre halkının sofranın hazırlanmasına yönelik ifade biçimi; “sini kuruldu”, “sofrayı getir”, “siniyi kur” şeklindedir.

Günde; sabah, öğlen, akşam olmak üzere üç öğün yemek yenmekte, günlerin uzun olduğu zamanlarda ikindi zamanı da sofra kurulmaktadır. Yörede 1960'lı yıllar ve öncesinde, genellikle beyaz lahanadan güz (sonbahar) aylarında yapılan “çortu” ve undan yapılan “haşıl”, “murtuğa” ve çeşitli çorbalar sabah kahvaltısının vazgeçilmez yiyecekleriydi. Geçmişte çayla kahvaltı hemen hemen hiç yapılmazken, günümüzde tüm Adilcevaz halkının yaşamına girmiş durumdadır.

 

Öğlen yemeği; 12.30 - 14.00 saatleri arasında yenmekte; yemekte genellikle kabak dolması, pilav (patatesli (kartollu) pilav, baklalı pilav, mercimekli pilav, domatesli pilav), tuzlu Van Gölü balığı, turşu yenmektedir. Öğlen yemeğinin vazgeçilmez içeceği ayrandır. Akşam yemeğinde, genellikle öğlenden kalan yiyecekler ve hafif (hazmı kolay) yemekler yer almaktadır. Bunlar ayran aşı, turşu aşı olarak belirtilmektedir.

 

Adilcevaz ilçe merkezinde sofra, geçmişte yere hazırlanmakta; bu gelenek günümüzde de devam etmektedir. Yörede sulu yemeklere “aş” denmektedir. Aş, geçmişte toprak kaplarda yenmekteyken, bunun yerini zamanla çinko ve porselen kaplar almıştır. Pilav vb. kuru yemekler ise; “lembeki”, “lengeri” denen bakır tabaklarla sofraya getirilmekte, ayran gibi içecekler ise; bakır ve çinko derin taslarla, iki kişiye bir tane olacak şekilde sofraya konmaktaydı. Yemek tahta kaşıklarla yenir; çatal kullanılmazdı. Günümüzde aile bireyleri yer sofrasında hep birlikte, ayrı tabaklarda olmak üzere yemek yemektedir. Çatal kullanımı yöre halkının yaşamına 1965'lı yıllardan sonra girmiştir.

 

Geçmişte ise, çocuklar büyüklerle aynı sofraya oturmazlardı. Erkeklerin sofrası ayrı, kadın ve çocukların sofrası ayrı kurulmaktaydı. Zamanla ev halkı hep birlikte sofraya oturmaya başladı, ancak uygulamada bir düzen söz konusuydu. Büyükler ve evin reisi, evin yukarı başına, hizmet edecek kadın veya kızlar ise, evin aşağı çıkış tarafına oturmaktadır. 1980'li yıllara kadar evin gelini sofraya oturmaz; kaynata (kayınpeder) ve eşiyle birlikte yemek yemezdi. Kadınlar ve çocuklar birlikte ve erkeklerden ayrı yemek yerlerdi. Yörede bu gelenek büyük ölçüde yıkılmış olmasına rağmen, az da olsa bu uygulamayı sürdüren aileler bulunmaktadır.

 

Sofraya ya tek diz üstünde ya da bağdaş kurarak oturulmakta, evin reisi veya büyüğünün besmele çekerek ilk lokmasını almasıyla herkes yemeğe başlamaktadır. Geçmişte yemek yerken hiç konuşulmamakta, eğer konuşulursa büyükler “sofra titrer, susun” diyerek konuşanı uyarmaktaydı. Yemekte asla tartışılmaz, tartışma ortamı olsa bile susulur başka zamana bırakılırdı.

 

Sofrada elini yere koyarak yemek yiyen biri varsa, büyükler tarafından “elini yere koyma iştahın kaçar, sofra sana beddua eder. Düzgün otur, düzgün ye ki sofra sana bedduacı olmasın.” Şeklinde uyarılmaktadır. Yemek sağ elle yenmekte; meleklerin hesap günü sorgu suale sağ taraftan başlayacağı için sağ elle yemek yemenin makbul olduğuna inanılmaktadır.

 

Yemekte misafir yoksa karnı doyan sofradan hemen kalkar. Eğer misafir varsa evin reisi doysa bile sofradan kalkmaz; misafirin doyup kalkmasını bekler.

 

Sofrayla İlgili Adet ve İnanmalar

Aynı anda iki kişi su isterse, önce büyüğe su verilir.

Sofrada lokmasını yarım bırakıp kalkana;

“Günah, her işin böyle yarım kalacak”,

 

 

“Mezarın yarım kalacak”,

“Ekmek arkandan ağlayacak”,

“Ekmek sana beddua edecek” denmektedir.

Yemek yerken boğazda lokma kalırsa; “Bir sevdiğim aç” denmektedir.

Çok yemek yiyenlere; “Ne kadar karnın yırtık, karnın doymadı mı hala?” denmektedir.

Sofra bezindeki ekmek kırıntıları hayvanlara verilmekte veya kuşlar yesin diye yüksek bir yere atılmaktadır. Hamur yoğururken tekneden hamur düşerse: “Hamur sıçradı; misafir gelecek” denmektedir.

Mutfağın bereketi bol olsun diye, yörede sonbaharda yemek mevlitleri verilmektedir. Dua okunurken ortaya bir tabak tuzla, bir tabak dövme konmakta; mevlit bittikten sonra okunmuş tuzla dövme komşulara dağıtılmaktadır. Bunlar, eve bereket getireceği inancıyla ambara atılmaktadır.

Birisi süte veya yoğurda nazar değdirmişse; nazar değdiren kişi biliniyorsa; onun evinden gizlice ya da bir bahaneyle tuz istenir. Bir de ayakkabısına gizlice ip ölçülüp, sütün veya yoğurdun etrafına gizlice yakılır; dumanı etrafına verilir.

Ocak üzerine su dökülerek söndürülmemekte; “Cin çarpar, peri çarpar” denmektedir.

Cuma günleri ocağa tuz atılarak, buhur (yanınca koku veren bir madde) kokutulmaktadır. O gün ölünün ruhu evi gezer “evim şenliktir” diye sevinir gidermiş.

Yaşlılıkta el titremesine neden olacağı inancıyla ocağa tırnak atılmaz.

Kültürel yapının temel belirleyicisi ekonomidir. Geçim kaynağı tarım ve hayvancılığa dayanan toplumların mutfak kültürü ve beslenme alışkanlıkları bu yapı etrafında oluşmaktadır. Dolayısıyla da tahıl üretiminin yapıldığı yörede; tahıl ürünlerinin mutfak kültüründe temel gıda konumunda olduğu saptanmıştır.

Değişen kültürel ve ekonomik yapı, kültürün tüm unsurlarında olduğu gibi mutfak kültürü üzerinde de etkili olmuştur, ancak tahıl ürünleri geçmişte olduğu gibi günümüzde de Adilcevaz mutfağında önemli bir yer tutmaya devam etmektedir. Gelişen teknolojik koşullarla birlikte yaşam şartlarının da değişmesi, bireylerin seçeneklerini artırmıştır. Geçmişte çömlekle tandırda pişirilen yemeklerin günümüzde düdüklü veya çelik tencerelerde ocaklarda pişirilmesi buna örnek gösterilebilir. Geçmişte düğünlerde, bayramlarda ve özel günlerde mutlaka yapılan harse, yapımı çok zahmetli olduğu için günümüzde artık eskisi kadar sık yapılmamaktadır.

 

İnsanoğlunun çevresindeki yabani otları tanımaya kullanmaya yönelik çabaları, ilkçağlardan başlayarak günümüze kadar sürmüştür, bundan sonra da devam edecektir. Bu doğrultudaki çabalarını geçmişte olduğu gibi günümüzde de sürdüren yöre halkı; çevrelerinde yetişen otlarla değişik tatlar oluşturmayı başarmışlardır. Tüm kültürel etkileşime rağmen yabani otlar, yemek yapımında halen kullanılmaktadır.

 

Geçmişte yemek yer sofralarında, kadın ve çocuklar ayrı, erkekler ayrı olarak yenirken; günümüzde yemeğin halen yer sofralarında ancak aile bireylerinin hep birlikte sofraya oturmasıyla yendiği saptanmıştır.

Geçmişte yoğurtsuz ve ayransız sofraya oturmadıklarını belirten yöre halkı; bugün bu yiyeceklerin yanı sıra “salata” ve “turşu”nun da mutfaklarında yer aldığını belirtmektedirler.

 

 

Haberleri

Tarihi ve Turistik Yerler
Yukarı Denizin Eşsiz Balığı; İnci Kefali
Adilcevaz Yöresel Yemekleri
Bitlis ve İlçelerinin Mutfağı
Adilcevaz'da En Çok Yapılan Erişte ve Pilavlar