Adilcevazlıların yeğeni ve aslen Ercişliydi. Önce Zirai Donatımda Kurumunun Adilcevaz şubesinde memur iken Zirai Donatım Kurumu kapanınca emekli oldu. Memuriyetten emekli olunca hayattan da hemen emekli olunmuyordu tarıma yöneldi. Gerçi tarım malzemesi satan kurumdaydı ama tarımın üretime dönük bir tecrübesi yoktu. Olsun, evde beş okuyan çocuk olunca tecrübeye sınır mı olur? Ver elini Yazıdüzü’nün tarlaları. Şekerpancarından tutun, patates, lahana, fasulye ve kavun karpuza kadar yetişebilecek ne varsa terini damlatmadığı kalmadı. Çok çalıştı Allah için, kalbi yumuşak ve merhametliydi bi kendine acıması yoktu. Yani diyeceğim acımasız çalıştı.
Malhazırın Halil, Alacaatlı Mahallesinin sevilen çiftçilikle uğraşan alnının her bir çizgisinde yaşamın yoğrulmuşluğu olan sevilen adamıydı. Yüzündeki mimikler, mütebessim yüzü Anadolu insanının Adilcevaz şubesiydi. İnsan halinden anlar, yokuşu düzeye çevirmesini bilirdi Malhazırın Halil.
Ercişli, iyi para eder diye Hatipoğlularının Çayır Mahallesindeki tarlasında lahana ekmişti. Lahana yetişti, iyi güzel de bunun satılması lazım. Erciş, Patnos, Muş her taraf lahana zaten. Birileri “Arkadaş bu lahanayı Adilcevaz’da bitiremezsiniz siz bunu Mardin, Batman tarafına götürün.” Aklına yatar da bilen biri ile gitmesi lazım. Kim, kim derken Malhazır’ın Halil akla gelir. Lahanayı kamyona yükler birlikte yola düşerler. Önce Mardin tarafına sonra Batman’ a varırlar. Yabancı oldukları için pek hale, pazara sokmak istemezler? Babam üzülür tabi, canı sıkılır geri götürmek de olmaz. Sinirler de gerilir, Ercişlinin eli ayağı titrer. Malhazırın Halil bakar ki durum iyiye gitmez.
“Ramo Ramo! Sen deli misen, dur görek?” diye bağırır. Ramo, Ercişlinin dayısıdır, kararınca gözü kararan. Ramo Ramo diye seslenişi Ercişliyi kendine getirir. Bu sihirli sözcük işe yarar. Ramo dediği Ramazan dayısıdır onunla sinir harbine varan maceraları olduğu için buna vakıf olan Halil yerinde dokunuşla durumu hem Ercişliyi sakinleştirir hem de ne yapalım diye düşünmeye sevk eder. Dedik ya Malhazırın Halil, yokuşu düze çevirmesini bilir. “Köylere gidelim, köylülere satalım Allah kerim.”
Bir köyün girişine doğru yönelirler amma köye giriş yasak. Askerler var, başlarında bir astsubay. Ast subay hayırdır der. Ercişli emekli memur olduğunu, lahana satmak için ta buralara geldiğini anlatır ancak bir türlü müsaade etmez. Bunun üzerine izin verirsem bir dua edeceğim bu arkadaşım da âmin desin der. Astsubay şaşırır tabi. Et madem duaya serbestsin.
“Allah’ım biliyorsun ben emekliyim beş çocuğum var, okuyorlar. Emeklilik yetmedi, lahana ektim. Çok şükür verdin. Satmak için pazara çarşıya giremedim. Köy yollarına düştüm. Kapılar kapandı. Olur ki bu komutan da emekliye ayrılır, naçar kalır benim gibi yollara düşer, benim yaşadığımı ona da yaşat Allah’ım.” Malhazırın Halil, Âminn diye duaya sesiyle yüklenince Astsubay, “Aman dayı sen ne yapıyorsun bırak böyle duayı. Böyle dua mı olur? Hiçbir satıcı bu köye giremez, bu seferlik bırakayım, sakın ola bir daha gelmeyesin. Gerçi sen yabancısın almazlar ya neyse.”
Girerler köye, köylüler şaşkın çünkü uzun zamandır böyle bir yabancı satıcı girmemiştir. Kimse yanaşmak istemez. Ercişli, Kürtçe bilmiyor. Malhazırın Halil, “Sen hiç sesini çıkarma ben bu adam lalodur yani dilsizdir derim. Kürtçe bilmediğini anlarlarsa almazlar. Bırak bana toplarım milleti şimdi.” Malhazırın Halil Kürtçe ne demişse artık, dilinin tatlılığını katarak bir saatte lahanayı satar bitirir.
Her ikisinin buna benzer çok hikâyesi var da uzun tutmak olmaz. Geçenlerde facebook ta Malhazırın Halil Tünaydın’ın resmine denk gelince bu anlattıklarımı hatırladım. Her ikisi de rahmetli oldu. Güzel hatıralarla bırakıp göçtüler Allah rahmet etsin. Bir başka bizden hikâyelerde buluşmak üzere…