Vaaz yapana vâiz denir. Vaaz da, insanların duygularına yönelik olarak yapılan “duygusal” konuşmaya denir. Vaaz kelimesi Kur’ân’da fiil olarak geçer. Meallerde genelde “öğüt” olarak anlam verilse de vaazın karşılığını tam vermiyor. Vaaz yapmak bir sanattır. Tıpkı musiki icra etmek gibidir. Bir şarkının sözlerini ezbere bilmek şarkıyı iyi okumak anlamına gelmez. Güftesini yaptığınız şarkının icrasını/güftesini her zaman yap(a)mayabilirsiniz.
Vâiz muhatap kitlenin duygu dünyasını bilmediği zaman yaptığı vaaz etkili olmaz. İyi bir vaaz yapmak için formasyon gereklidir. Fakat bu toplumda vâiz dinleyen veya ilmihâl okuyan herkes vaaz yapıyor. İnsanın dinleyesi gelmiyor.
Yıllar önce idi. İlçe Müftüsü olarak görev yaptığım ilçede, kaymakam ve kurum amirleri ile birlikte bir köye taziyeye gittik. Köye bizden önce gelen bir gurup siyasi de vardı. İçlerindeki milletvekili taziyede insan kalabalığını fırsata dönüştürerek ayağa kalkıp “vaaz” yaptı. Biz de biraz bekleyip ilçeye geri döndük. Yolda nüfus müdürü bana dönerek “Müftü Bey! Milletvekili ne güzel vaaz yaptı değil mi? dedi. Ben de “Müdür Bey! Bu köy, senin de ihtiyaçlarını bildiğin bir köydür. Köy de içme suyu var mı? Yok. Doğru dürüst yolu var mı? Yok. Saat başı elektrik kesintisi yaşanıyor mu? Evet. Milletvekilinin görevi köye kamu hizmeti getirmektir. Vaaz yapmayı vâiz yapar. O yoksa müftü yapar. O da yoksa imam yapar. Fakat geçmişte bir reklam jeneriğinde geçtiği üzere ağzı olan vaaz yapıyor. Olan da bu memlekete oluyor. Kimse asli görevini yapmıyor. Kendi eksik ve kusurunu ayet ve hadis okuyarak kapatıyor. Ahirette kusurlar kapanır mı? Biraz zor!
Baş Hekim Vaaz Yapıyor
Bir programda sohbet etmek için davet edilmiştim. Kalkıp gittim. Baktım kürsüde başhekim konuşuyor. Vaaz konusu da “namazın hikmet ve gayesi”. Biraz dinleyip ayrıldım. Bu ilin sağlık adına binlerce problemi var. Bütün bu problemleri görmeyip, ilgilenmeyip insanlara vaaz etmeye kalkmanın gereği var mı? Emin olun ki yoktur. Bu ilde ihmalden dolayı bir insanın ölmesinin faturasını ahirette Allah sorar. Bulaşıcı hastalıklar ortalıkta kol geziyor başhekim vaaz yapıyor. Hastane ye gittiğinizde herkesin ağzında dolaşan slogan “Allah kimsenin yolunu buraya bir daha düşürmesin” dir. Bunlar yaptığı görevin hakkını vermeyerek görev eksiklik ve açığını din üzerinden kapatmanın yoludur. Ben asıl görevimi yapmasan da dindar bir insanım. Hâlbuki dindar insan işini mükemmel yapan insandır. Yaptığı yanlışın hesabını bu dünyada vermese de ahirette vereceğini bilen insandır.
Milli Eğitim Müdürü Vaaz Yapıyor
Geçmiş yıllarda ildeki kurumun bilim ve düşünce platformu değişik zamanlarda hem kendi personelinden hem de dışarıdan başka birimlerden misafirler davet ediyordu. Konuk misafirler de kendilerinin belirleyeceği konularda seminerler verirdi.
Hâlbuki konu seçimini konuğa bırakmamak gerekir. Konuyu önceden tespit edip semineri o bağlamda vermek lazımdır.
Bir gece de il Milli Eğitim Müdürü konuk oldu. Cep telefonlarına gelen mesajda Milli Eğitim Müdürünün konuşmacı olacağı yazılı idi. Benim de zihnime hemen eğitim ve insan ilişkisi geldi. Salona girdim. Müdür Beyi gıyaben tanıyordum. Fakat ilk defa mülaki oldum. Kendisine hoş geldin dedim. O da hoş bulduk dedi. Ben kendimi tutamayıp her halde “eğitim” konusunu anlatırsınız dedim. O fazla beklemeden hayır dedi. Kadir Gecesinin faziletini anlatacağım. dedi. Şaşırıp kaldım. Bir de kendisine, imtihan sonuçları yeni açıklandı öğrencilerinizin başarı durumları nasıl? Diğer illere göre başarı trendi ne durumda? dedim. Müdürün böyle bir derdi olmadığı için, iyi! İyi! dedi.
Biraz sonra program koordinatörü Müdür Beyi kürsüye davet etti. Müdür Bey “hizmet” dedi. “Dava” dedi. “Dava Adamı” dedi. Fakat kendi branşı olan “eğitim” ile ilgili bir tek kelime konuşmadı. O da vaaz etti. Hâlbuki en büyük hizmet bu ilin özellikle fakir çocuklarına iyi bir eğitim ortamı hazırlamaktır. En iyi dava da eli kalem yerine silah tutan çocukları dağdan koparmaktır. En iyi dava adamı da başında bulunduğu kurumu dünya ile yarışır hale getirmektir. Memlekette eğitim içler acısı! Okullarda talebeler arasında sigara içme alışkanlığı sıradanlaşmış. İmtihanda matematikte öğrenciler sıfır çekiyor. Türkçe sorulara cevap verenler vasatın altında. Milli Eğitim Müdürü “vaaz” yapıyor.
Konuşmalardan sonra da sorular soruluyor. Dinleyicilerden birisi de acaba bana piyango çıkar mı derdi ile “Müdür Bey bu sene Kadir gecesinin Ramazanın kaçında olabileceğini” sordu. Allah’tan, Müdür Bey bilmediğini itiraf etti. Fakat manzara trajikomik.
İnşaatçı Akademisyen Vaaz Yapıyor
Ankara İnşaat Teknik Lisesi mezunuyum. Bizim lisede okuyan bütün arkadaşların hayalini Orta Doğu Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği süslerdi. Bazıları hayallerini gerçekleştirdi. Bazıları da benim gibi başka bölümleri tercih etti. Demek ki nasipte vaaz yapmakta varmış. Yirmi sene vaaz yaptım. Bundan sonra da vaaz yapmama gerek kalmadı sanırım.
Geçen gün bir ilimizde cuma namazına gittim. Baktım kürsüde inşaat mühendisi bir akademisyen vaaz yapıyor. Hâlbuki bu ilin her karesinde inşaatlar yükseliyor. Şehrin deprem haritası ile ilgili hiçbir rapor yazılmamış. Bu inşaatların birçoğu da perişan durumda. En azından liseyi inşaatçı olarak bitirdiğim için her sabah inşaatların önünden geçerken içim kan ağlıyor. İnşaat Mühendisliği alanında ömür tüketmiş hoca da camide vaaz yapıyor. Muhtemelen hem vicdanının sesini bastırmak hem de sahip olduğu kariyerin hakkını ve aldığı ücretin karşılığını vaaz vererek yerine getirdiğini düşünüyor.
Eczacının Fıkıh Aşkı
Muhammed Gazali şöyle bir hatırasını anlatır: “Bir gün yanıma bir eczacı geldi. Biraz sohbet ettik. Başladı benimle nafile namazları hakkında tartışmaya. Ben de konuştuğu bilim dalının kavramlarına yabancı birisi ile tartışmanın gereksizliğine inandığım için kendisine “bak kardeşim senin mesleğin eczacılıktır. Yaklaşık yirmi yıldır eczacılık alanında emek veriyorsun. İslam âleminin de eczacılık sahasında kendini yetiştirmiş iyi ihtisas ehline ihtiyacı vardır. Sen kendini bu sahada yetiştirirsen insanlara daha faydalı olursun. Bu konuları da sıradan bir ilmihal kitabına baksan bulursun” dedim.
Vaaz yapanların hepsi samimi Müslümandır. Fakat dindar olmakla din hakkında hüküm vermek farklı şeylerdir.
Tıp Doktorlarının Tefsir Heyecanı
İlçe müftülüğü yaptığım dönemlerde tefsirden yüksek lisans ve doktora yaptım. Kitap ile olan bağımı bu sayede hep canlı tuttum. Beraber çalıştığımız arkadaşlarla sürekli kitap müzakere ederdik. Bir gün bir doktor “hocam bu akşam bizim tefsir sohbetimiz var, gelir misiniz?” dedi. Ben de olur dedim. Sohbet yapılan eve gittik. Daha önce Suudi Arabistan’da kaldığı için Arapça öğrenen bir tıp doktoru eline Mushaf’ı almış “tefsir” yapıyor. Fakat evlere şenlik. Ben de misafir olduğum için bir şey söylemedim, ara sıra söze girdimse de, neresini düzelteyim kabilinden dinleyip ayrıldım. Aklıma yukarıda Muhammed Gazali’nin eczacıya söyledikleri geldi. Keşke tıp doktorları kendi sahalarında bu ülkeyi olması gereken yere getirseler. Bunu söylerken Kur’ân ile ilişki kurmasın, okumasın demek istemiyorum. Bunu asla söylemem. Fakat Kur’ânı “anlamaya çalışmak” ile “tefsir” etmek aynı şey değildir. Hepimiz bazı kanunları okuyarak öğrenebiliriz. Fakat hukukçu olamayız. Hukukçu olmak için hukuk tahsili yapmak gerekir. Hukuk dilini ve kavramlarını öğrenmek lazımdır. Kur’ân’ı okumak anlamak ve yaşamak her inanan insanın görevidir. Fakat tefsiri yapmak müfessirin işidir. Bu hususta uzmanlık olmazsa başarılı olamaz. Kur’ânı anlamak için Arapça yeterli olsaydı bütün Arapların Kur’ân’ı anlaması gerekirdi.
Din İlahiyatçılara Bırakılmayacak Kadar Ciddi Bir İştir
Dindar olmakla dini anlatmayı karıştırıyoruz. Her meslekte ehliyet ve liyakati ıskalıyoruz. Bir insan çok iyi bir dindar olabilir. Onu da kimse bilmez. Kimsenin elinde “imanometre” yoktur. Kişinin dindarlığı kendisini ilgilendirir. Fakat bir doktorun doktorluk yapmaması, bir eğitimcinin eğitimden habersiz olması, bir akademisyenin kendisini yenilememesi, sahası ile ilgili makale ve kitap yazmaması sadece kendisini ilgilendirmez. Bütün toplumu ilgilendirir. Başka meslek guruplarından kat kat fazla aldığımız ücreti vaaz yapalım diye devlet vermez. Kendi sahamızla ile ilgili “bilgi” üretelim diye verir. Biz de bu açığı kapatmak için “vaaz” yapıyoruz. Kendi yaptığımız kusuru da “din işi ilahiyatçılara bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir” retoriği ile kapatıyoruz. Bunu söyleyen kişi, tıp işi doktorlara bırakılmayacak kadar insan hayatını ilgilendiren ciddi bir iştir demiyor. Hukuk hukukçulara; hâkim ve savcılara bırakılmayacak kadar önemlidir. Adaletin tesisini herkes sağlamalıdır demeyi, mafyaya kapı aralayacağı için aklının ucundan geçirmez.
Yukarıda saydıklarım iyi vaaz yapsalar oturur keyifle dinlerim. Hayatımda en çok sevdiğim hususlardan birisi de iyi bir vaaz dinlemektir. Fakat İbrahim Tatlıses’in yanında türkü söylemek komikliğine düşmem.
Maddiyatta mahareti olanın maneviyatta hükmü delil olmasına sebep olmadığı gibi, çok defa sözü dahi dinlenilmeye layık değildir. Evet, bir hasta; tıbbı mühendisliğe kıyas ederek, doktor yerine mühendise müracaat edip gösterdiği ilacı kullanırsa; akrabasına ta’ziye vermeye davet ve kendisi için fanilik kabristanının hastanesine mekânını nakletmek için bir rapor istiyor demektir. Mesela jeoloji ilmi maddi olarak yerin altını inceler. Bu ilimde söz sahibi olan birinin meleklerle ilgili ve ahiretle ilgili bir konuda sözü delil olamaz, çünkü sahaları birbirinden farklıdır. Ama nedense bazıları bu farkı unutur, isminin önünde profesör olan ilim adamlarının dinle ilgili meselelerde sözlerine itibar eder...” (Eren, Şadi, Muhâkemât Notları, s. 61-62)
Medeniyet ve kültür tarihimize bakıldığında herkesin fetva vermediğini görürüz. Fetva işlerini “fetva emini” veya “fetva makamı” yürütür.
Hayatın her karesinde ehliyet ve liyakat aranır. Bu da ancak çalışacağı işin “formasyonunu” almakla mümkündür.
Modern dünyada her bilim dalında “uzmanlık” esastır. Tıp biliminin yüzlerce bilim dalı vardır. Bu bilim dallarının alt bilim dalları var. Bir insanın bilim dallarının hepsinden uzmanlaşması ve söz sahibi olması mümkün değildir. İlahiyat sahasında bile branşlaşma var. Tefsirde uzman olan kişi, fıkhı kısmen bilse de tefsir kadar bilemez.
Bu toplumun tefsir, fıkıh, hadis âlimine ihtiyacı olduğu gibi kimya âlimi, fizik âlimi, tıp âlimi, jeoloji âlimi, astronomi âlimlerine (astronomi bilinmeden namaz, oruç ve hac ibadetlerinin vakitlerini tespit etmek mümkün değildir) ihtiyacı vardır.
Kur’ân kitabı okunduğu gibi kâinat kitabı ve insan kitabını da okumadıkça problemlerimize çözüm üretemeyiz.
Fizikçiye ameliyat, mühendise hukuki mevzuat yaptırılmaz. Tıp doktoruna iddianame yazdırılmaz. Savcıdan pilotluk, eczacıdan statik hesap beklenmez.
Kuyumcudan şehircilik, aşçıdan kimyagerlik, sosyologtan mimarlık yapmasını istemek iyilik değil kötülüktür. Herkes herşeyi bilemez ve yapamaz.
Ama herkes gayet rahat dini anlatıyor ve dini alanda ihtisas sahibi olabiliyor bu memlekette.”
“Tûba limen arefe haddehu ve lem yetacavez tavrehu” yani “Ne mutlu o adama ki, kendini bilip haddini aşmaz.” Haddini bilmek, herkesin kendi uzmanlık alanı ile ilgili "kırmızı çizgilerinin" ve sınırının olması demektir. Kültürümüzde "haddini bilmek gibi irfan olamaz" sözü meşhurdur.
Ağzı olan herkes her şeyde ahkâm kesmemelidir. Kurumların ve birimlerin olması herkesin herşeyi konuşmaması içindir. Bilim kurulları ilgili alanla konuşurlar.
Martin Luther King’in dediği gibi: “Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse, Michelangelo’nun resim yaptığı, Beethoven’in beste yaptığı veya Shakespeare’in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki gökteki ve yerdeki herkes durup “burada işini çok iyi yapan biri, dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş” desin.” Vesselâm.