Hz. Ömer’in hilafeti döneminde İslâm askerleri Rum yani Bizans İmparatoru ile savaşırken bir gün ashabı kiramdan Hz. Abdullah b. Hazafe es-Sehmî’nin de içinde bulunduğu bir grup İslâm askeri Rum askerleri tarafından esir alınır. Bu esirler Bizans İmparatorunun yanına götürülür ve onlardan birinin Hz. Peygamber’in sahabelerinden olduğu kendisine haber verilir. Bunun üzerine Rum Kralı Hz. Abdullah’ı yanına çağırıp ona şöyle bir teklifte bulunur: Şayet dininden dönüp Hıristiyan olursan bir kızım var onu sana verir ve mülkümü de ikimiz arasında yarı yarıya bölüştürürüm.
Dünyevî açıdan son derece cazip olan bu teklife karşılık Hz. Abdullah şöyle cevap verir: Sen kızını bana nikâhlasan ve mülkünün yani memleketinin tamamını da bana versen bir saniye dahi Hz. Peygamber’in dininden asla dönemem. Bunun üzerine Rum Kralı Hz. Abdullah’a şöyle der: Öyleyse seni diğer arkadaşların gibi kaynar suya atıp öldüreceğiz. Hz. Abdullah ona şöyle der: İstediğini yapabilirsin. Bu esnada diğer esirler tek tek kaynar suya atıp şehit ediliyordu. Nihayet sıra Hz. Abdullah’a gelir ve suya atmak üzere onu tutunca gözlerinden gözyaşları akar.
Kral bunu görünce Hz. Abdullah’ın ölümden korktuğunu ve dinden döneceğini sanır, onu kendisine yaklaştırarak şöyle der: Dininden dönecek misin? Hz. Abdullah hayır, asla dinimden dönmem. Kral şöyle der: Öyleyse neden ağlıyorsun? Hz. Abdullah şöyle cevap verir: Şu an Allah yolunda sadece bir ruhumu feda ediyorum, ben isterdim ki bedenimdeki kıllar sayısınca ruhlarım olsaydı ve tüm bu ruhlarım Allah yolunda feda edilseydi. Binlerce ruhumu değil de sadece bir ruhumu feda ettiğim için buna üzülür ve bunun için gözlerimden yaşlar akıyor.
Böyle bir şey tabi ki görülmemiş ve duyulmamıştır. Bu sefer Rum Kralı şöyle der: Gel başımı öp, ben seni serbest bırakacağım. Hz. Abdullah şöyle der: Hayır, bunu yapamam, şayet tüm arkadaşlarımı benimle birlikte serbest bırakıyorsan onların kurtulması için senin başını öperim. Kral bunu kabul eder ve Hz. Abdullah onun başını öper. Kral da sözünde durup Hz. Abdullah’ı arkadaşlarıyla birlikte serbest bırakır.
Hz. Abdullah arkadaşlarıyla birlikte Medine’ye döner ve bu olayı Hz. Ömer’e anlatır. Hz. Ömer kalkıp Hz. Abdullah’ın başını öper, sonra şöyle der: Her Müslüman’ın Hz. Abdullah’ın başını öpmesi gerekir ve bu, her Müslüman üzerine bir haktır.
Evet, İslâm’ın ilk yıllarında, ashabı kiram ve tabinin taşıdıkları bu yüce ruh sayesinde İslâm, çok hızlı bir şekilde gelişir, dünyaya yayılır ve milletlere hâkim olurdu. İslâm’ın ilk yıllarında küffarın karşı koyamadıkları işte bu yüce ruh ve sarsılmaz iman idi. Teknolojik üstünlük veya sayı çokluğu değildi. Aksine gerek Resûlullah (s.a.v.) döneminde olsun, gerek Dört Halife döneminde Müslümanlar asker sayısı ve maddi imkân bakımında ekseriyetle zayıf konumdaydı. Ama taşıdıkları o yüce ruh ve sarsılmaz iman düşmanların maddi gücünü yere serip geçiyordu.
Şu an servet ve para hırsı, makam mevki ve şöhret sevgisi tüm Müslümanların kalbini istila etmiş ve esir almıştır. İslâm dünyasının uyanması ve ihyası için o yüce ruhun ve sarsılmaz imanın tekrar dirilmesi gerekir. Bu ruh olmadığı, Müslümanlar, İslâm’ı gerektiği gibi yaşamadıkları sürece sloganların ve cihat naraları atmanın hiçbir faydası yoktur.