İslâm ihali bir din olup zaman ve muhatap bakımından evrenseldir. Hz. Peygamber döneminden kıyamete kadar gelen tüm insanlığa ve tüm milletlere gönderilmiştir. Bu nedenle Kur'ân ve Sünnet içerik bakımından tüm çağlara yetecek zenginliğe haiz olup, dinî ahkâm insanlık âleminin tüm ihtiyaçlarına cevap verecek hüviyettedir. Zira dinin gerekli olan ahkâmı esnek olup şartlara, illete ve maslahata bağlı olarak değişkenlik gösterebilir.
Ayrıca İslâm doğası gereği katı kuralcı değildir. Yani Kur'ân ve sünnet teferruatına kadar tüm ahkâmı belirlememiş, aksine temel bazı kurallar koymuş, gerisini ümmetin müçtehitlerine ve devlet başkanlarına bırakmıştır. Bunun amacı İslâm ahkâmının tüm zaman ve mekânlarda uygulanabilmesine imkân sağlamaktır. Bu meyanda helal ile haram ve bireysel ahkam içtihat ile, yönetimle ilgili ahkam ise devlet başkanları tarafından belirlenir. Burada şunu da ifade edelim ki devlet başkanı kanun koyarken veya önemli bir karar alırken meselenin dini boyutunu ehil olan din âlimlerine, dünyevi boyutunu ise alanla ilgili bilgi sahibi olan kimselere danışmalıdır. Doğru kanunlar ancak bu şekilde çıkarılır, isabetli kararlar da ancak bu şekilde alınabilir. Bir kişinin tek başına aldığı kararların isabetli olma ihtimali düşüktür. Bu nedenle Cenâb-ı Allah, “…işte onlara danış…” (Al-i İmran, 3/159) buyurarak Hz. Peygamber’e şurayı emretmektedir. Bu emir tabii olarak ümmet için de geçerlidir. Adaleti dile destan olan, başarısı insanlık tarihinde kimseye nasip olamayan Adil Halife Hz. Ömer de önemli işlerini şura ile yapardı.
Kur'ân ve sünnetteki ahkâm teferruatlı ve detaylı değildir, ancak deryalar kadar zengin olup tüm insanlığın ihtiyacına cevap verecek niteliktedir. Çünkü İslâm temel birtakım kurallar belirlemiştir ki teferruat bu temel prensiplere paralel olarak genişletilir. Şu var ki dini ahkâmı sağlıklı bir şekilde nesilden nesillere taşıyanlar Müslümanlardır. Müslümanlar dinin ahkamını çağın şartları ve gereklerine göre yorumlayıp uygulayabilirlerse İslâm’ın kendisi ve ahkâmı asırlar ve çağlar boyu yaşayıp devem eder, bunu başarmazlar ise önce İslâm ahkâmı yürürlükten kalkar, daha sonra da dinin kendisi ya tamamen toplumun hayatından çekilir veya zayıflayıp sadece bir kısım Müslümanlar tarafından benimsenir hale gelir.
Günümüzde İslâm ahkâmı, İslâm ülkelerinin ekseriyetinde uygulanmıyor, Müslümanların büyük bir kısmı ibadet etmiyorsa bunun sebebi İslâm’ın kendisi değil, bilakis Müslümanlardır. Bunun iki temel nedeni vardır. Birincisi İslâm ülkelerinde hukukun ve İslâm adaletinin uygulanmaması, devlet mekanizmasının sağlıklı çalışmaması, ikincisi İslâm ulemasının çağın şart ve gereklerine göre fetvalar verememesi, toplumu günün şartlarına göre yönlendirememeleri.
Hz. Peygamber’in vefatından iki sene sonra hilafet makamına gelen Hz. Ömer şartlara göre hareket etmeyi çok iyi başarmıştı. Onun döneminde bir ara Müslümanlar Yahudi kızlarına daha çok rağbet etmiş, onlarla evlenmiş ve bunun neticesinde Müslüman kızlar evde kalmıştı. Bu durumu gören Hz. Ömer geçici olarak ehlikitap kadınlarıyla evlenmeyi yasaklamıştır. Oysa Maide Suresi’nin beşinci âyeti ehlikitap olan kadınlarla evlenmenin caiz olduğunu ifade etmektedir.
Keza Hz. Ömer Irak ve Suriye’nin fethedilen arazisini istikbali düşünerek gaziler arasından taksim etmemiş, aksine eski sahiplerinde bırakmıştı. Oysa daha önce fethedilen araziler ekseriyetle gaziler arasında taksim edilirdi. Hz. Bilal da bu konuda Hz. Ömer’e tepki göstermişti. Nihayet Hz. Ömer Haşr Suresi’nin yedinci âyetine dayanarak şura heyetini ikna etti.
Keza Hz. Ömer kıtlık yılında hırsızlık yapanın elini kesmemiştir. Oysa Maide Suresi’nin 38. Âyeti hırsızların elinin kesilmesini emrediyor. Hz. Ömer’in buna benzer başka uygulamaları da vardır.
Günümüze geldiğimizde ise medrese veya ilahiyat okuyan hocalarımızın ekseriyeti tarih boyunca beyan edilen mezhep görüşlerine bile dokunulmayacağını savunmaktadır. Oysa dini ahkâmın bir kısmı sosyal veya iktisadi şartların değişmesine bağlı olarak değişkenlik gösterir ve göstermek durumundadır, aksi takdirde İslâm tüm çağlara hitap etmekten aciz kalır.
Örneğin Şafii mezhebinin klasik görüşüne göre meyvelerden sadece hurma ile üzüm zekâta tabi, diğer meyveler ve sebzelerin tamamı zekâta tabi değildir. O dönemde meyve ve sebzeler ekseriyetle ev ihtiyacı için üretildiğinden mezhebin bu görüşü normal karşılanabilirdi. Günümüzde ise insanların çoğu ticari amaçla meyve ve sebze üretmekte, büyük miktarda meyve ve sebze üretip satmaktadırlar. Dolayısıyla bu ikisinin hükmü farklı olmalıdır. Ancak Şafii mezhebine mensup Müslümanların çoğu meyve ve sebzelerin zekâtını vermemektedirler. Şafii olan hocalarımızın çoğu da hala mezhebin o dönemde verilen fetvasını savunmaktadırlar.
Keza zekâtın şartlarından biri de paranın üzerinden bir yılın geçmesidir. Günümüzde aylık olarak büyük miktarlarda para kazananlar, paralarını yatırıma dönüştürdüklerinden paralarının üzerinden yıl geçmiyor. Bu durumda ne yapmalı. Birçok hocamız sanayi devrimi öncesinde beyan edilen görüşleri savunur. Oysa o dönem ile günümüzün ekonomik şartları farklıdır. Yıllanma şartı genel anlamda kabul edildiği takdirde yılsonunu beklemeden paralarını başka mallara bağlayanlar zekât vermekten muaf olup zekât verme konusunda avantajlı duruma geçer.
Yeri gelmişken bizzat yaşadığım bir hikayeyi anlatalım: 2010 yılında kafile başkanı olarak umreye gitmiştim. Kafilemde Muş’un büyük âlimlerinden olup Uhin Medresesinde müderrislik yapan Molla Mesut de vardı. Mekke’de bir gün sabah kahvaltısında konu zekâttan açıldı. Seyda Şafii mezhebinin meyve ve sebzenin zekâtıyla ilgili görüşünü savunuyordu, ben de aksini savundum. Seyda ikna olmayınca ona şöyle dedim: Şayet ülkemizde şeriat gelse ve sizi zekâttan sorumlu bakan yapsalar zekâtı nasıl toplarsın? Bunu deyince Seyda sustu.
Önceki dönemlerde bulunmayan ticari araçların zekâtı, sanayi tesislerinden, düğün salonlarından, kiralık ev ve işyerlerinden elde edilen servetin zekâtı nasıl verilmelidir?
Günümüzde kredi kartı ile alışveriş yapmak oldukça yaygınlaşmıştır. Buna rağmen alışverişte paranın kabzı yani peşinen teslim edilmesi gerçekleşmediğinden bazı hocalarımız kredi kartı ile altın almanın haram olduğunu söyler.
Fotoğraf çekmek haramdır. Bununla ilgili bazı hadisler bulunmaktadır, ancak günümüzde birçok işte fotoğraf zaruridir. Ayrıca fotoğraf hayatımızın bir parçası haline gelmiştir. Merhum Yusuf Karadavâ’nin konuyla ilgili şöyle dediği söylenmektedir: Düşman karış karış topraklarımızın fotoğrafını çekerken, biz hala resim çekmek caiz mi haram mı diye tartışıyoruz.
Misvak kullanmak sünnettir. Misvakın amacı diş ve ağız temizliğidir. Günümüzde diş macunu ve diş fırçaları vardır. Düzenli bir şekilde dişlerini fırçalayan bir kişinin ayrıca misvak kullanmasına gerek yoktur.
Medyadan duyduğumuz kadarıyla yurt çapında on binlerce müridi olan bir cemaat lideri kızları okutmanın haram olduğu yönde fetva vermiştir. Böyle bir fetva hem dine hem de zamanın şartlarına terstir. İslâm’da kadınların okumasını haram kılan herhangi bir hüküm yoktur. Validemiz Hz. Âişe hadis rivayetinde üçüncü sırada yer almaktadır. Hz. Ömer de dâhil sahabenin önde gelenleri bile zaman zaman Hz. Âişe’den fetva sormuşlardır. Ayrıca tıp ve bazı alanlarda kadınların okuması zaruri gibidir. Keza tahsil görmüş dindar ve bilinçli bir kadın hem iffet, hem de terbiye ve edep bakımından okumamış bir kadından kat be kat ileri bir seviyededir. Bizzat beraber çalıştığımız bazı Kuran Kursu Hocalarımız vardır ki takva, iffet, terbiye ve edep bakımından her biri eğitim almamış onlarca kadına bedeldirler. Günümüzde böyle bir fetva verilirse İslâm’ı nasıl dünya dini olarak insanlara kabul ettiririz?
Ülkemizde rızası olmadığı halde zaman zaman kızlar evlendirilip, konuyla ilgili sık sık sorunlar yaşandığından evlilikle ilgili kısaca bilgi vermekte fayda vardır.
Gerek erkek olsun, gerek kadın olsun bir insan için iki önemli mutluluk kaynağı vardır. Birincisi geçimini sağlayabilecek daimi bir iş bulması veya bir işe girmesi. İkincisi kendi gönlüne göre bir eş ile evlenmesi. Bu itibarla her insanın kendi rızası ve özgür iradesiyle evlenmesi esastır. Hz. Peygamber de bir hadisinde bakire kız ancak kendi izniyle, dul kadın ise ancak kendisine danışılarak nikâhlanabilir, (Ebû Dâvûd, Nikâh, 24.) buyurarak bu hususa dikkat çekmiştir. Bu hadisten dolayı fıkıhçıların bir kısmı buluğ çağındaki ergen bir kızın izni olmadan evlendirilmesinin caiz olmadığını söylerken, bazıları kızın babası ve dedesinin belli şartlar dâhilinde kızı evlendirebileceğini söylemektedir. İmam Ebû Hanife birinci görüşü, İmam Şafii ikinci görüşü benimsemektedir. Buluğ çağında olmayan bir kızın evlendirilmesi ise fukaha tarafından kabul edilmektedir. Ancak fukaha bu konuda şunu da söyler: Buluğ çağında olmayan küçük kızı kendi maslahatı için evlendirmek caiz, babası veya başka bir yakının maslahatı için evlendirmek ise caiz değildir. Ayrıca buluğ çağında olmayan bir kız evlendirildiği takdirde büyüyüp cima (cinsel ilişki) yapacak duruma gelmediği sürece eşine teslim edilmez.
Buna göre Hanefi mezhebine göre bir kız velisinin rızası olmadan evlenebilir. Şafii mezhebine göre baba ve dedi veli mücbirdir, belli şartlar dâhilinde kızın rızası olmadan da kızı evlendirebilir. Görüldüğü gibi her iki mezhep de istismara açıktır. Çünkü Hanefi mezhebine göre üniversitede okuyan bir kız ailesinden habersiz evlenebilir ve bu evlilik bazen de sıkıntıya sebep olabilir. Şafii mezhebine göre kız istemediği halde babası kızını bir zengin ile evlendirebilir. Bu konuda devlet her ikisinin rızasını gerekli gören bir kanun koyabilir. İnsanlar aklıselim ile hareket etmeyince kanunlar tek başına tüm sorunları ortadan kaldırmaz, ancak kanunlar olmadığı takdirde sorunlar kat be kat artar.
Sanayinin geliştiği, üniversitelerin yaygınlaştığı, kız ve erkek gençlerin büyük bir kısmının üniversite okuduğu günümüzde toplumun sosyal yapısı oldukça farklıdır. Bu nedenle bir kız veya erkeği ergenlik çağına ermeden veya rızası olmadan evlendirmek çok ciddi sıkıntılara neden olabilir. Bunun için günümüz şartlarında rızası olmadan kızları evlendirmemek gerekir. Çağdaş İslâm bilginlerinden Useymin bu konuda şunları söylemektedir: “Gerek babası olsun gerek başkası olsun rızası olmadan kızı evlendirmek caiz değildir.” (Useymin, Fetavâ Nur ala’d-Dereb c.19.s. 2.)
Ergenlik çağına gelmeyen bir kızı evlendirmek ise asla doğru değildir. Zaten medeni kanuna göre 18 yaşına gelmeyen bir kızı evlendirmek yasaktır. Müslümanların da bu kanuna uyması gerekir. Çünkü devletin kanunları dine aykırı değil ise herkesi bağlar ve uyulması gerekir. Ülkemizde okumuş birçok kimse beşeri kanundur deyip kanunları hiçe sayar. Oysa birçok işimizi bu kanunlara göre yapmaktayız. Örneğin kanunlar geçersiz ise bir memur neye göre memurdur, maaşını neye göre alır? Bir kanun bir âyete veya sahih bir hadise aykırı ise bu kanun dinen geçerli değildir. Ancak dinen caiz olan bir hususu devlet gerekli gördüğü takdirde yasaklayabilir, böyle bir kanun geçerlidir, uyulması gerek. Âyette Ey iman edenler, Allah’a, Resûl’e ve sizden olan ululemre itaat edin…” (Nisa, 4/59) buyrulmaktadır. Allah’a itaat Kur'ân’a itaattir, Resûl’e itaat Sünnete ittibadır, ululemre itaat ise devletin meşru yani dini emirlere aykırı olmayan kanunlarına itaattir.
İslâm hukukunda şöyle bir kaidei külliye vardır: “Zamanın (şartların) değişmesiyle ahkâmın değişeceği inkâr edilemez.” Maslahatın dinen muteber olduğu hususu ise Kehf Suresi 71 ile 74. âyetleriyle sabittir. Ancak İslâm’daki maslahat toplumun maslahatıdır, bir kişi veya zümrenin maslahatı değildir. Esefle ifade edelim ki Müslümanların bir kısmı maslahatı kişisel veya hizipsel çıkarları için kullanırlar.
Selam ve dua ile.