Kuyudaki Sesler

Merve AYDIN

Kalemimi yüreğime yaslayıp usulca bir köşeye çekiliyorum.

Son zamanlarda dilime dolanan, kalemime derman, yüreğime ferman olan iki cümleyle bütünleşiyor imtihanım. "Her insanın bir kuyusu vardır, diyordu. O kuyudan çıkmayı göze alamıyorsan Mısır'a sultan olmanın hayalini kurmayacaksın!!" 

Ah ki ne ahh... 

Hem bedenime, hem ruhuma sarılan hem yaramı dağlayıp aynı zamanda şifamı anlamlandıran iki cümle. Ben diyorum ki; şimdi karşımda olsanız da, el birliğiyle tutup ayağı kaldırsak üzerime üzerime şu gelen cümleleri. Ama ben nasıl altından kalkıcam onlarca soru işaretinin? derken düşünüyorum; acaba hangimize ne anlatıyor bu söz? Zihinlerimiz bağ bağ, bahçe bahçe dönüp dolaşsa da herkesin yüreğinin mahyasında yazan tek şeyin "Evet, hepimiz Yusuf'uz..." olduğunu içtenlikle söylebilirim...

Evet kalbimiz Yusuf! Evet ruhumuz da. Ki hepimiz böyle yaratılmadık mı zaten? Yusuf kadar tertemiz. Yusuf kadar kimsesiz.

Sonra ne oldu da içimize Yakup'lar kondukça, içimize dünyalık kaçtıkça, arafta sallanırken kimliğimiz, şuur kaybıyla ruhumuzdaki Yusuf hırkasını bir kenara çıkarıp, rengimiz kardeş görünümlü hasetçilere çalmaya, onlarla çatışmaya başladı zaman zaman?

Bir derdim var belli. Bu kuyularla, Yusuflar'la... Kaç zamandır içim içimle çelişiyor, sanki iki hasım yüreğimin orta yerine bağdaş kurmuş, bazen güler bazen ise diş biler gibi ardınsıra sorularla kızıştırıyorlar zihnimi... Kim attı, kim itti, kim tuttu, kimdi kuyuda olan, kim, kim, kim?

Kuyuda olan bensem şayet, evvelâ kendime; oradan çıkarılmaya lâyık mıyım? diye sormam gerekmez mi? Peki ya oraya düştüğümden haberim yoksa.... Tüm bu çırpınışlarım, kanadı kırık haykırışlarım heyhat! Boşuna mı?

Gecenin içinde akrepler, yelkovanlar birbiriyle çarpışırken aklıma birden kuyuda kurtarılmayı bekleyen Yusuf'lar geliyor. Kendi zindanında bilmem kaç katıyla, kendi kendini çepeçevre kuşattıklarının dahi bilincinde olmadan kurtarılmayı bekleyen Yusuf'lar. Hoş düştüğünün farkında bile olmayan insan nasıl kurtarılmayı bekler? Yine kendimle çelişiyorum. Yine derinden bir iç çekip devam ediyorum.

Evet hepimiz Yusuf'uz diyorum. Bedene hapsolmuş, ruhun kuyusuna düşmüş Yusuf'larız; "medet" diye avazı çıktığı kadar susanımız da var, yüreğinin feryatları sesinden duyulan "imdat" diye ortalığı ayağı kaldıranımızda. Oysa sadece tutunacak sağlam bir ip yeterdi, kimbilir tutunacak bir çift el belki de çekip çıkarırdı bizi içimizdeki o köklü karanlığımızdan, adım adım. Nice imtihanlardan geçip, nefsine perde çekip, en nihayetinde her Yusuf kendi Züleyha'sını bulup aydınlığa varabilirdi elbet. Kendisine uzanan eli kuyuya çekmeseydi insanlar.

Yakın zamanda  bi arkadaşıma; "Sen bir kuyudaymışsın gibi hissediyorum. Ya ben seni o kuyudan çıkaracağım yada sen beni içine çekeceksin." diye bir sitemim olmuştu. İlk orada dilimden dökülmüştü ilk orada başlamıştı bu telaşım, kuyulara merakım. Ama neden sonra anladım ki; bazen sen ne yaparsan yap el yetmez, yürek aman vermez.

Sevmekten bahsediyorum, en müsait imtihan değil miydi bu? Kaşla göz arasında tutunduğumuz o sımsıkı bağların tek kelime bile etmeden iki nefes vedasıyla son bulması. "Sevgi" diyorum yahu! Bırakın birini kuyudan çıkarmayı, o kuyuda güle oynaya yaşamayı da öğretirdi insana da neyse... İnsan yeter ki bitmeyegörsün. İnsan yeter ki susmayagörsün. İnsan düşmeyegörsün...

Zamanında kendinden başka kimseyle derdi olmayan kendimin, şimdilerde nasıl da tüm insanlığı karşına alışını hayretle izliyorum. Usulca kalbimi alıp kimine barınak, kimine tapınak olan sevgi anlayışından uzaklaştırıp bir odaya kilitliyorum. Ve kendime, bu ikisi arasında yaşamımı sadeleştirip, güzelliklerle yoluma devam etmesi için sıklıkla telkinlerde bulunuyorum. En nihayetinde; İşte yaşanılan tüm aksiliklerin sebebi yine insan, yaşanılan tüm aksiliklerin adı yine imtihan!!" deyip konuyu kapatıyorum.

Ne sevginize ne de iki gözümün çiçeği dediklerinize,
Önce kendinize iyi bakın lütfen, önce dönüp bir kalbinize.