Bizde kuruluş amaç ve felsefesi hep iyi niyetli çerçeve üzerine oturtulan kurum ve yapılar bulunur. İlhamını kadim kültürümüzün asırlara sığan vakıf anlayışından alır. Vakıflar, dernekler, sivil toplum örgütleri (stk), spor kulüpleri hep toplum yararını gözetirler. Maddi manevi eksik kısımları tamamlamaya çalışırlar yani hep veren el konumundadırlar. Toplumun her tabakasını daha iyiye, daha güzele, refaha ve barışa götüren faaliyetler ve toplumu medeni kılacak programlarda aktif rol alırlar. Hizmet-ücret ekseninde değillerdir. Sağ elin verirken, sol elin görmediği, minnet ettirmediği anlayışa sahip olarak fisebilillah çalışan örgütlerdir. Hamiyetli, cevval ve fedakâr ruh taşıyanların omuzunda yükselen gönül hareketleridir. Her alanda, her dalda, bilimde, kültürde, sporda, eğitimde ben ne yapabilirim ne katabilirim diye kendine sorumluluk sayanların çabasıdır.
STK işleri temelinde tam bir gönül işidir. Nemalandığı tek tarafı aldığı vicdani hazdır. Mum yanar dibine ışık vermez misali, şunu bunu bırak verdiği hizmet için itibar bile devşirmek etik bulunmaz. Aydınlatmak için, karanlıkta kalmayı mesele etmezler. Toplum için yaşarken, hizmetine diyet istemeyi bile züll bilirler/di.
Gönüllüler yukarıda ifade ettiğim niyet ile amil durumunda oldukça toplumun her kesiminden, taban ve tavanına kadar hüsn-ü kabul, saygınlık gibi bir karşılığı güçlü bir şekilde alıyorlar, onlar için girilmedik gönül, açılmadık kapı kalmıyor.
Belirttiğim gibi vakıf anlayışına sahip stk'lar gizlendikçe, görünürlerdi. Ancak, şu an için yasalar gereği vakıf, dernek ve kulüpler resmi prosedürler gereği hüviyet/kimlik kazanınca, resmi bir devlet için muhatap icap edince yönetime ilk ismi yazılan başkan payesi alıyor. Ayrıca belli bir nüfusa nüfuz eden temsilci, muhataplar nezdinde bayağı bir pozisyonlu kariyer makamı kazanmış oluyor.
Günümüz dünyasında ülkemizde etkin bir siyaset sevdası olduğundan, (siyaset, girmediği hiçbir alan bırakmamaya yeminli galiba) demokratik müzakere, musahabe (biraraya gelip resmi olarak değil de sohbet tadında görüş alışverişi yapma ve çok da propaganda ayağına stk temsilcileri ayrı bir önem kazanıyor. Siyaset arenasında tanınma, bilinme ve yer edinmede bir basamaklık olarak hatırlı bir pozisyon sağlamış oluyor. Misal, bir spor kulübü başkanının iki numaralı bir liderle serencamlı sohbetine yakın zamanda şahit olduk.
Tam bağımsız, herkese eşit uzaklık ve yakınlıkta, vereceği katkıya odaklı stk’lar veya kulüpler normal şartlarda resmi hiçbir kurumun muadili, alternatifi olarak kendini görmez, göremez, görmemeli. Toplum nezdinde iyi bir yeri olan Haluk Levent’in öncülük ettiği AHBAB buna görünen bir örnek, hizmet odaklı, ben ne katkı sunabilirim bunun derdinde hiçbir şekilde tava gelmemek için büyük de gayret sarf ediyor.
Günümüzün şartlarında tam sivil, bir başkasıyla göbek bağı olmadan, insanı ve toplumu inşa etmede, kültürel, sanatsal, spor vb anlamda yol alan stk olmak, bu şekilde devam etmek gerçekten çok zordur. Hem kullanmaya hem de kullanılmaya meyilli insanları çatı altına sokmamaya çalışmak büyük bir mücadele ve feragat istiyor. Hem de ne feragatler…
STK’ların toplum nezdinde karşılığı çok iyi olduğu içim bunu fırsata çevirmek isteyenlere bir basamaklık durumu da yadsınamaz. Parlak ikbale niyetli olan kişi için uzun vadeli bir hedefle "Bir post, bir lokma ile gönüller yapmaya geldim, ben rızada fani oldum" edası ile “Cennet, cennet dedikleri, birkaç köşkle birkaç huri, sen isteyene ver onları” diyerekten yıllar sonra yavaş yavaş çeşitli taht ve açık bir baht edinmesi hiç de zor değil. Kimi inancı kullanır, kimi devrimi. Nerede nasıl boy vermek istiyorsa orada en makbul değer, sembol kişi, şahsiyet neyse artık o renge bürünerek, kendine sermaye edebilir. Göz kırptığı her mahallenin, stk’nın belli bir trübünü var. “Kanımız ve canımız feda olsun.” de, az para dökerekten, göze, gönle ve mideye sofralar sererekten dava ve gönül adamı oldun gitti. Dörder, beşer yıllık kalkınma planlarına uydurdun mu, temayüllerin çıtasına balı sürdün mü, vız vız etsen yeter bala gerek yok gireceği kovan hayırlı olsun.
Konumuzun akışı için de artı bir makas daha değiştireyim. Hani eskiden kara para aklamak için hayali ihracat devşiren, naylon fatura kesen aparat şirketler vardı ya, işte şimdi millete her türlü hayali satan; inanç, spor, sanat vb üzerinden hayali ya da içi boş, suni gündemler icraatlar vaadi ile aparat stk’lar beraberinde sözde sivil inisiyatif platformları moda oldu. Malasef parlak bir ikbalin yürüme yolları için en güzel aparatı durumuna evirmek için ya da toplumu ifsat edecek, nifak tohumları bünyemize ekmeye niyetli stk’lar üredi. Normalde stk’lar eksiğe yetişmek içindi, bu yeni türedi stk ve platformlar ise şu yok, bu yok, o yok, tencerede kapak, yemekte tuz yok nakaratlı yapılar olarak trampetli yaygara koparıyorlar.
Hani bundan vazgeçtim büyük ökçeli stk’ların, kulüplerin kimi parti, patırtıların güdümünde, güdümü de geçip arka bahçesi pozisyonuna düşmesine ne demeli?
Eğitim, spor, sanat, kültür, sosyal dayanışma vb, alanda imkân ve fırsat eşitliğinde öncü el verenler olarak somut veriye dayalı kazandırdıklarınız ne durumda, gençliğe kazandırdığımız olumlu anlamdaki ivme ne? Medeni toplum olmada yükseldiğimiz seviyemiz nasıl? Dostlar alışverişte görsün tarzı değil de gerçekten dertlenerek kapılar aşındırıyorsanız ne âlâ.
Haliyle de birçok erdem değer, kurum ve varlıklar daha hızla yozlaşmaya başladı. Bu yozlaşma, kenarda duran özellikle sessiz çoğunluğun dikkatini çok iyi çekiyor. Güven ve itimat etmede şüphe yaşıyor güven duygusunun zedelenmesine ciddi ciddi üzülüyor.
Bir de karşılaştığım bir örneği paylaşayım. Zamanın birinde, birden ortaya çıkan, bir vakıfa, derneğe kapak atan şunu yapacağız, bunu yapacağız, bulunduğumuz beldeyi altın harflerle yazdıracağız, kültürün ve sporun merkezi yapacağız deyip iyi bir depara kalkan biri vardı. Arkadaş, “Bekle gör dedi be depar, başka depardır. Altından başka şey çıkacak aha bekle de gör.” Dedi ve yanılmadı. Deparı işe yaradı, kulvar değiştirdi, orada başka türden depara aynen devam ediyor.
Eskimez büyükler, “STK’ lar sivil insiyatif olup, toplumun ma'şeri vicdanı kabilinden arifin sınıfında hizmet etmeleri gerekirken ümera kapısında himmet ve şevket beklemesi kadim geleneğe göre makbul tavır olmadığı gibi kendini alternatif ve paralel hizadan sayması, muteberliği züll bir haldır.”diye olan tespitini derkenar olarak düşeyim.
Son bir makas daha konuyla hiç alakası olmayan Adilcevazlılara has keyif verecek anekdotla nokta koyayım. Niye bu anekdot, Adilcevaz’a gelemedik selam niyetine olsun.
Adilcevaz’dan bir esnaf hemşerimiz hastası nedeniyle Van’ a gitmiş. Hastane işlerini bitirmek üzere iken ortağı,
“Madem işlerin bitti, malzeme aldığımız firmanın yeni bir açılışı var, davet etmişler, gidebilirsen çok iyi olur.” demiş. O da hastasına,
“Sen hastanenin bahçesinde gölgede az dinlen, ben beş dakika bir yere gidip geleyim.”
Neyse varmış açılışı olan firmaya, ana baba günü, hatırlı zevatlar, ikramlar, kapının önünde, mekânın içinde boy boy çelenkler… Bayağı gösterişli ve nümayişli açılış.
Kendisinin de aceleden çiçek, çelenk gibi şeyler aklına gelmemiş, aklına gelecek durumda değil zaten. Bir firmaya, içerideki davetlilere, bir de sıra sıra rengarenk çiçek ve çelenklere ardından boş eline bakmış. Orada gözüne ilişen en güzel çelengin yanına varmış, ellerini önde kavuşturmuş ve gülücükler saçarak etrafı seyre başlamış. Ta ki davet sahibi kendisini görene kadar.
“Aman efendim, hoş geldiniz, sefalar getirdiniz, neden burada durdunuz?” deyince hemşerimiz;
“Benim hastam vardı, açılışı davetinizi unutmuştum. Hastaneden ayrılmak üzere iken ortağım telefonla arayarak hatırlattı. Ben de sizin bu güzel açılışınıza apar topar geldim ama boş bulundum. Güzel bir çelenk ile hayırlı olsun demek isterdim. Madem buna fırsat bulamadım, gülücüğümü çiçeklere iş kılarak çelenk niyetine hayırlı olsun babında çelenkler sırasında durdum.” demiş.
Bu anekdot, ben niyetine gönlünüzde bulunsun.