İlim biri Vehbi diğeri de kesbi olmak üzere iki kısımdır. Kesbi ilim eğitim almak, kitap okumak, bilimsel programları takip etmek ve benzeri yollarla elde edilen bilgidir.
Vehbi ilim bir çalışma olmadan Cenâb-ı Allah’ın salih ve iyi kullarına ilham yoluyla bahşettiği bilgidir. Vehbi bilgiyi, peygamberlerin ve diğer insanların ilmi olmak üzere iki kısma ayırmak mümkündür. Peygamberler Cenâb-ı Allah’ın özel kulları ve elçileri olup ilham yoluyla en fazla bilgi alanlardır. Hz. Peygamber’in bilgisini üç kısma ayırmak mümkündür. Biri âyetlerden anladığı, diğeri Hz. Cebrail’in vahi ile getirdiği, üçüncüsü ilham yoluyla aldığı. Hz. Cebrail’in âyetler dışında zaman zaman Hz. Peygamber’e bilgi getirdiği bazı hadislerden anlaşılmaktadır. Çoğumuzun bildiği meşhur Cibril hadisi bunun kanıtıdır. Ancak Hz. Cebrail’in âyetler dışında sık sık Hz. Peygambere bilgi/vahi getirmediği de bilinen bir husustur. Bununla birlikte Hz. Peygamberin kavli binlerce hadisi vardır. Bu hadislerin bir kısmının anlamı doğrudan veya dolaylı olarak Kur'ân’da bulunsa da bir kısmı bulunmamaktadır.
Hem âyet hem de hadislerde peygamberlere ilahi kitaplara ilaveten bilgi verildiği anlatılmaktadır. Daha sonra zikredeceğimiz hadisten de anlaşılacağı gibi ilahi kitaplar dışında peygamberlere verilen bilginin bir kısmı vahi ile verilmiş olsa da diğer bir kısmı ilham yoluyla verilmiştir. Peygamberler şeytandan korunduğundan ilhamı, vahi niteliğinde olup kesin bilgi hüviyeti taşımaktadır. Diğer insanların ilhamı ise kesinlik taşımıyor. Bu nedenle Hz. Peygamberin tüm sözleri (hadisleri) dinde hüccet iken; diğer insanların ilhamı hüccet değildir, şer-i deliller arasında sayılmıyor.
Cenâb-ı Allah tarafından peygamberlere bilgi verildiğini ifade eden âyetlerde vahi, ilim, hikmet, hüküm ve fehm kavramları kullanılmaktadır. Vahi kavramı meşhur manasıyla Cenâb-ı Allah tarafından peygamberlere indirilen ilahi kitaplar anlamında kullanılmaktadır. Bu manasıyla herhangi bir âyette biz sana vahi ettik yahut örneğin Mûsâ’ya vahi ettik, denildiği zaman ona kitap gönderdik veya Hz. Cebrail vasıtasıyla bilgi gönderdik anlamını ifade eder. Ancak vahi kavramı Kur'ân’da ilham ve işaret anlamında da kullanılmaktadır. “Rabbin arıya vahi etti…” (Nahl, 16/68) âyetinde ilham, “…onlara vahi etti…” (Meryem, 19/11) âyetinde işaret anlamında kullanılmıştır. Şimdi konuyla alakalı âyetlerden birkaç tanesini zikredip kısa bir değerlendirmesini yapmaya çalışacağız:
1. “Nuh ve ondan sonraki nebilere vahi gönderdiğimiz gibi sana da vahi gönderdik…” (Nisa, 4/162), “Biz Mûsâ’ya, asanı yere at, diye vahi ettik…” (Araf, 7/117), “Bu (anlatılanlar) Rabbinin hikmetten sana vahi ettiği bilgidir…” (İsrâ, 17/39), “Senden önce bir resul göndermedik ki ona vahi etmiş olmayalım…” (Enbiya, 21/25)
2.“Allah’ın, peygamberlerin misakını aldığı zamanı hatırla, size kitap ve hikmet verdiğim için…” (Al-i İmran, 3/81.) “…Allah sana kitap ve hikmeti indirdi ve bilmediğini sana öğretti…” (Nisa, 4/113), “Bunlar (zikredilen peygamberler) kendilerine kitap, hüküm ve nübüvvet verdiğimiz kimselerdir…” (Enam, 6/89), “…(Ey İsa) sana kitap, hikmet, Tevrat ve İncil’i öğrettiğim zamanı hatırla…” (Maide5/110)
3.“Biz Yusuf’a yerde böyle imkân sağladık ve ona hadislerin (rüyaların) tevillerini öğretelim diye…” (Yusuf, 13/21), “O kuvvetlilik çağına ulaşınca kendisine hüküm ve ilim verdik…” (Yusuf, 13/22), “Ant olsun ki biz Dâvûd’a ve Süleyman’a ilim verdik…” (Neml, 27/15).
4.“İşte İbrahim’e göklerin ve yerin hükümranlığını böyle göstereceğiz ki kesin inananlardan olsun.” (En’âm, 6/75.)
5.“Süleyman’ın dava konusunu iyice anlamasını sağladık ve ikisine (Süleyman ve Dâvûd) de hüküm ve ilim verdik…” (Enbiya, 21/79)
Birinci grup âyetlerde geçen “vahi etmekten” maksat peygamberlere kitap vermek veya Hz. Cebrail vasıtasıyla dini bilgi göndermektir.
İkinci grup âyetlerde: Al-i İmran, 3/81, Nisa, 4/113, En’âm, 6/89 ve Maide, 5/110, kitap ve hikmet kavramı zikredilmiştir. Kitaptan maksat peygamberlere verilen ilahi kitaplardır. Hikmet kavramı ise akıl, ilim, ilim ile amel etmek, işlerde isabetli görüş beyan etmek (Bağavî, Maâlimu’t’-Tenzil, VI, 286), dini bilgi, fehm, ilim, rüya tabiri, (İbn Kesir, s. 1462), fehm, akıl ve fetanet gibi anlamlarda tefsir edilmiştir. (İbn Kesir, s. 1603)
Netice itibariyle hikmet kavramından maksadın dini bilgi veya mutlak bilgi olduğu söylenebilir. Nitekim, “Allah dilediğine hikmeti verir ve kime hikmet verilirse ona çokça hayır verilmiştir…” (Bakara, 2/269) âyeti kerimesinin zahirine bakılırsa burada hikmet kavramından maksadın mutlak bilgi olduğu söylenebilir. Zira hikmet kavramı mutlak olarak zikredilmiştir, siyak veya sibakında herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. “Ant olsun ki Lokman’a da hikmet vermiştik…” (Lokman, 31/12) âyetinde de hikmet kavramı mutlak olarak zikredildiği, Hz. Lokman da peygamber olmadığından dolayı ona verilen hikmetten maksadın mutlak bilgi olduğu anlaşılmaktadır.
Keza söz konusu bu âyetlerde kitap ve hikmet kavramları birbirine atfedilerek zikredilmiştir. Arapçada matuf ile matuf aleyhi farklı şeylerdir. Buna göre âyetlerde zikredilen kitaptan maksat Kur'ân-ı Kerim ile diğer ilahi kitaplardır. Hikmetten maksat ise Hz. Peygamber ile diğer peygamberlere vahi veya ilham yoluyla verilen dini bilgidir. Peygamberlere verilen bilgi de beşeri bilgi değil, ilahi bilgidir, hadisler de vahidir. Bu nedenle pervasızca ve insafsızca hadisleri inkâr edip hadis muarızlığı yapanları biraz düşünmeye ve vicdanlı olmaya davet ediyoruz. Burada şunu da ifade edelim ki hadisler sübut açısından Kur'ân düzeyinde değildir, fakat bu husus fütursuzca hadisleri inkâr etmek için bir gerekçe olamaz.
Son âyetlerle ilgili şunlar söylenebilir: Hz. Yusuf’a kitap verilmediği halde âyette “kendisine hüküm ve ilim verdik…” (Yusuf, 13/22) diye buyrulurken, Hz. Süleyman’a kitap verilmediği halde âyette “…dava konusunu iyice kavramasını sağladık…” (Enbiya, 21/79) diye buyrulmuştur. Hz. İbrahim hakkında ise ona “göklerin ve yerin hükümranlığını böyle göstereceğiz…” (En’âm, 6/75.) diye buyrulmuştur. Bu âyetlerde ilahi kitaplara ilaveten peygamberlere ilim verildiği ifade edilmektedir. İlahi kitaplara ilaveten peygamberlere verilen bu ilmin bir kısmı vahi ile verilmiş olsa da diğer bir kısmı ilham yoluyla verilmiştir. Dolayısıyla bu âyetler ilham yoluyla peygamberlere bilgi verildiğine dair açık delillerdir.
Konuyla ilgili bir hadisten de Hz. Peygambere hem vahi hem de ilham yoluyla bilgi verildiği anlaşılmaktadır. Hz. Ebû Hureyre’nin rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.) hutbe okuduğu bir sırada bir adam yanına geldi ve şöyle dedi: Şayet Allah yolunda sabrederek, sevabımı Allah’tan umarak, sırtımı düşmana dönmeden savaşırken öldürülsem günahlarım bağışlanır mı? Resûlullah (s.a.v.) Evet, dedi. Bir süre sustu, sonra biraz önce soru soran kişi nerede? dedi. Adam kalkıp buradayım, dedi. Resûlullah (s.a.v.) sen ne demiştin? dedi. Adam, Sabrederek, sevabımı Allah’tan umarak, arkamı düşmana dönmeden savaşırken öldürülürsem (şehit olursam) günahlarım bağışlanır mı? demiştim, dedi. Resûlullah (s.a.v.), evet, günahların bağışlanır, ancak borç bundan müstesnadır. Cebrail biraz önce gizlice bana böyle söyledi, dedi. (Nesâî, Cihâd, 32)
Resûlullah (s.a.v.) soru soran adama önce tüm günahların bağışlanır, demişti, ancak bu sırada Hz. Cebrail inip borcun bağışlanmayacağını kendisine haber vermiş o da daha önce söylediğini düzeltmiştir.
Bu hadis Hz. Peygamberin Kur'ân dışındaki bir kısım bilgisinin vahye dayalı olduğunu, diğer kısmının ise ya ictihadi veya ilhama dayalı olduğunu göstermektedir.
Takva İlhamın Sebebidir
İyi veya kötü her insan ilham alabilir. Şu var ki insan biri melek, diğeri de şeytan olmak üzere iki manevi kanaldan bilgi almaktadır. Kâfirler ve günahkâr insanlar daha çok şeytandan ilham alırken, mümin ve salih kullar ekseriyetle melekten ilham alırlar. Âyeti kerimede “…muhakkak ki şeytanlar, sizinle mücadele etsinler diye kendi dostlarına vahi ederler…” (En’am, 6/121.) buyrularak kâfirlerin şeytandan bilgi aldığına dikkat çekilmiştir. Hz. İbn Abbas da, vahi iki kısımdır: Biri Cenâb-ı Allah’ın peygamberlere vahi etmesi, diğeri de şeytanın kendi dostlarına vahi etmesidir, demektedir. (İbn Kesir, s. 717.)
Cenâb-ı Allah, her insanın bilemediği bazı hususları iyi kullarına ilham yoluyla bildirmektedir. Bir hadiste de ifade edildiği gibi bazı hususların iyi veya kötü olduğu insanların ekseriyeti tarafından bilinir, ancak şüpheli bazı hususlar vardır ki insanların çoğu bunları bilmez. Bunları ancak iyi insanlar bilebilirler. Bu gibi hususları bilmenin yolu da takvadan geçer. Bir âyeti kerimede “Ey iman edenler şayet Allah’tan korkarsanız size Furkan verir…” (Enfâl, 8/29) buyrulurken, diğer âyeti kerimede, “Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve Onun Resulüne iman ediniz, size rahmetinden iki pay verir ve size kendisiyle yürüyeceğiniz nur kılar…” (Hadid, 57/28) buyrulmaktadır. Birinci âyette zikredilen furkandan maksat hak ile batılı birbirinden ayırt etmek veya her insanın bilemediği bazı hususları bilmektir. İkinci ayette ifade edilen size nur kılar, cümlesi de aynı manaya matuftur.
Bu âyetlerin ifade ettiği mana zikredeceğimiz hadisten de anlaşılmaktadır.
Hz. İbn Ömer anlatıyor: Bir gün Hz. Muâz bin Cebel Resûlullah (s.a.v.)’ın kabrinin başında ağlarken Hz. Ömer onun yanına uğradı ve neden ağlıyorsun, muhtemelen arkadaşını (Hz. Peygamberi) hatırladığın için ağlıyorsun.. dedi. Hz. Muâz, hayır bunun için ağlamıyorum, fakat Resûlullah (s.a.v.)’tan bu mecliste bir söz duydum onun için ağlıyorum. Resûlullah (s.a.v.) şöyle dedi: “Riyanın azı da şirktir. Cenâb-ı Allah, muttaki, ahfiya (gizli) ve ebrar (iyi) kullarını sever. Bunlar mecliste hazır bulunmadıkları zaman kimse tarafından aranmıyor, hazır bulundukları zaman tanınmıyorlar. Bunların kalpleri hidayetin ışığıdır, kapkaranlık her türlü fitneden sağ salim çıkarlar.” (Taberânî, el-Mucemü’l-Evsat, VII, 145. Hadis 7112)
Bu hadisin diğer bir rivayeti bunlar hidayetin imamları, karanlığın ışıklarıdır, lafziyle gelmiştir.
Evet, Cenâb-ı Allah muttaki insanlara Furkan bahşeder, mezkûr âyetlerde ve bu hadiste kastedilen mana budur, Vehbi ilim de budur.
Selam ve dua ile.