İster soğuktan ya da başka bir etkenden korunma amacıyla, ister en basit anlamıyla edep yerlerini kapatmak amacıyla olsun, insanoğlunun üç temel gereksiniminden biridir örtünmek.
Şehirleşmenin ve yapılaşmanın bu denli gelişmediği ilk topluluklarda özellikle kötü hava koşullarından korunmak için üzerine hayvan derilerden yaptığı giysilerle korunmuştur insan. Daha sonraysa sırayı bitkisel elyaflardan elde ettiği ipliklerle dokuduğu ilk bezler almıştır. Örtünme yalnızca kıyafet anlamında değil olumsuz hava koşullarından ve gece-gündüz arasındaki sıcaklık farklarından korunmak için de geçerli bir ihtiyaçtır. Bu bağlamda hayvan derilerinden elde edilen postlarla başlayan örtünme bugün kullandığımız yorganlara ve battaniyelere doğru gelişmiş zaman içinde.
YORGANA GİRECEK PAMUK ÖNCE DAYAKTAN GEÇER
Yorganı, yatakta örtünmeye yarayan ve içi pamuk, yün, kuş tüyü vb. maddelerle doldurulup dikilmiş bez bir kılıftan oluşan örtü olarak tarif edebiliriz. Bu yazımızda, “Yorgan gitti, kavga bitti”, “yorgan kavgası”, “ayağını yorganına göre uzat”, “yorgan döşek yatmak” deyimlerine de konu olan yorgancılığı anlatmaya çalışacağız. Yorgan dikmek için öncelikle yorganın çeşidine karar vermek gerekmektedir. İki kişilik, tek kişilik, çocuk yorganı (bunun diğer bir adı “cüdele”dir), tandır yorganı gibi çeşitlerden birine göre astarlık “Amerikan bezi” alınır. Daha sonra içine doldurulacak pamuğun ya da yünün veya her ikisinin birden hazırlanmasına geçilir. Yapılacak yorganın çeşidine göre pamuk veya yün tartılır. İki kişilik bir yorgan için yaklaşık olarak üç, üç buçuk kilogram pamuk gerekir. Pamuk, çırçır makinesinden elyaf olarak getirilmişse yorgancı bunu kızılcık sopasıyla da kabartır. Kabartma işlemi için pamuk düz bir satha serilir ve üzerine çubukla vurulmaya başlanır. Pamuk bu dayak işleminden sonra deyim yerindeyse “pamuk gibi yumuşak” elyaf haline gelir. “Dayak cennetten çıkma” sözünün pamuk ve yünün sopayla dövüldükten sonra elde edilen sonucun güzelliğiyle alakası var mıdır acaba?..
Gerçekten de sopanın pamuk ya da yünün üzerine her inişinde sopanın üzeri bir miktar pamukla kaplanır. Bunları yorgancı diğer eliyle bir ritim halinde sıyırır. Bu işleme “çubuklama” denir. Çubuklama işleminden sonra pamuk üç tarafı dikili bir torba biçimindeki astarın içine girer. Torbanın ağzı dikilir, yere serilir ve tekrar çubuklama işlemi başlar. Bu defaki işlemin amacı pamuğu yumuşatmak değil dağıtmak içindir çünkü astarın içindeki pamuk çubuklamadan sonra astarın her tarafına aynı oranda yayılır.
"ASTARI BULDUN DA YÜZÜ MÜ KALDI"
Eni boyuna yakın bir dikdörtgen elde edilmiştir bu sayede. Sonra astarın içindeki pamuğun sabitleme dikişleri yapılır. “Düğmeleme” de denilen bu dikiş torbada bulunan pamuğun ya da yünün daha sonradan torba içinde hareket etmesini engellemek içindir ve yorganın bükülüp katlanması sırasında içindekilerin bir tarafa yığılmasını önler. Hazırlanan astara yüz kaplanacaksa, satenden ya da basma kumaştan seçilir. Astarın eninden ve boyundan on beş yirmi santimetre daha büyük tutularak astara dikilir.
Yorgancılar genellikle yorganları müşteriye astarlayıp verirler. Ancak bazı müşteriler buna “yüz” de geçirttirirler. Hali vakti yerinde olmayanların, gücünün yettiğinden fazlasını istemelerini eleştiren bir de deyimimiz vardır. Bu gibi durumlarda “Astarını buldun da yüzü mü kaldı” derler.
Yorgancının ustalığını kanıtlayan yüzün zenginliğidir. Dükkânlarda dikilen yorganların bir tarafı Amerikan bezi, diğer tarafı parlak saten kumaştan dikilir. Daha sonra şablonu çıkarılmış motifler çizilerek iğne ile süslemeleri yapılır. Burada şunu belirtmek gerek; yorgancının dikiş yüksüğü terzi yüksüklerinden farklıdır. Yaklaşık 1,5 cm eninde iki tarafı da açık halka gibidir. Halkanın iki tarafında çıkıntısı vardır. Dikiş sırasında iğnenin kaymasını önlemek ve kumaşa kolay saplanmasını sağlamak için yüzeyi de pütürlüdür. Ancak, bu pütürlü yüzey iğnenin dibiyle teması sırasında dikiş ipliğini çürütüp koparabilir. Bunun için de yorgancılar yüksüğün üzerine pamuk ipliği sararlar.
"ŞABAN ŞEY ETTİ, BEZ GETİR"
Motiflerin karmaşık ya da sade oluşu dikilen yorganın fiyatına etki eder. Evlerde yapılan yorganın önce astarı dikilir. Bunun sabitleme dikişi yapıldıktan sonra da astara yüz geçirilir. Bazı kalabalık ailelerde yorgan çabuk kirlenmesin diye yorganın bir tarafına parça kumaş dikilir. Bu ilave parça yatak açıldığında yatan kişinin ağız tarafına gelmelidir. Yorganın en çok kirlenen yeri de bu ilave kumaşın dikildiği yerdir. Yıkamak gerektiğinde bütün yorganı sökmek yerine sadece bu parça sökülerek yıkanır. Yorgan dikişleri elbise dikişi gibi ince olmaz. Zaten yorgan iğnesi adıyla ayrı, büyükçe bir iğne vardır. Terzi iğnelerinden büyük olup, ipliği de daha kalındır. Dikiş araları da dolayısıyla geniş olur. Dikmesi kolay olduğu gibi sökmesi de kolaydır. Yorgan kirlendiği ve yıkanması gerektiğinde çabucak sökülüp dağıtılabilmelidir.
ŞİMDİ YORGANLAR YIKANIYOR
Gerçekten de yorganın çabuk ve kolay sökülebilmesi önemlidir ve evin hanımının bütün gününü yorgan ya da yastıkların sökme işi almamalıdır. Eskiden temizlik malzemeleri bu kadar çeşitli ve etkili değildi. Çocuklu ailelerin de en büyük korkuları şüphesiz çocukların uykularında altlarını ıslatmalarıydı. Sanırım “Şaban ..çtı bez getir” deyimi bu korkunun sonucu doğmuştur.
Eski yorganlar günümüzdekiler gibi makinelere atılıp yıkanan türden de değildiler. Ayrıca çamaşır makinesi de hayatımıza henüz girmemişti. Bu tarz istenmeyen bir durumda evin hanımının, içine düştüğü durumu tahmin etmek zor olmasa gerek. Önce yorgan, daha sonra astarı ve yüzü sökülür, yıkanır ve çamaşır ipine asılır. Sıra yorganın pamuğuna gelmiştir. Pamuk idrar kokusu gidene kadar iyice yıkanır. Mevsim yaz ise yapılan iş biraz daha kolaydır ama olay kışın soğuk ya da yağmurlu bir havada meydana gelmişse annenin vay haline! Ve genellikle de çocukların bu şekilde altını ıslatması kış aylarında daha sık olur. Pamuğun kurutulması zor iştir. Kuruduktan sonra çubukla dövülür, kabartılır ve tekrar astara doldurup dikilir. Güzel rüyalarından birinde tuvalete işediğini sanan yaramazlar, annelerine açtıkları işin ne yazık ki o anda farkında bile değildirler.
Evlenecek olan gençlere aileleri çeyiz olsun diye yorgan yatak yaptırırlardı. Yorgan yüzleri renk renk saten kumaştan dikilirdi. Uzun uğraşlarla çeşitli motiflerle süslenen yorganları evlerdeki yüklük yerlerine katlayıp koyarlardı. Eski taş yapılı evlerin kalın duvarları arasında yüklük dediğimiz bölümler bulunurdu. Buralara yorgan, yer yatakları ve yastıklar konurdu. Evlerin mimari planı, ihtiyaçtan olsa gerek her zaman bu şekilde yapılırdı.
AH O TANDIR YORGANLARI…
Şimdi geliniz yine bu yöreye ait tandırdan ve tandır yorganından bahsedelim. Tandır kış aylarında kullanılan ekonomik bir ısınma aracıdır. Ayakları normal bir masadan daha kısa olan ahşap bir masadır. Tandır masasının üzerine de normal yorganlardan daha ince olan tandır yorganı örtülür. Altında ise içinde kömür ateşi olan bir mangal vardır. Mangalın sıcaklığıyla tandırın içerisi ısınır. Yorganın altına da belden yukarısı dışarıda kalacak şekilde çepeçevre oturulur. Yorganın altı sıcacıktır. Buna karşılık odanın içerisi soğuktur. Tandır, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da yaygın bir ısınma aracıydı. Ülkenin yokluk günlerinden kalma bir yaşam biçimiydi esasen. Sobada yanan odunun ateşi geçmeden mangala alınıp tandırda ısınmaya devam edilirdi. Geceleri yer yatakları da tandırın etrafına açılırdı. Ancak kimi zamanlar görülen bir rüyanın ya da kâbusun etkisiyle tandır yorganı tekmelenir ve mangalın içindeki ateşe itilirdi.
Bu şekilde pek çok yangının tandır mangalına temas eden yorganların yanmasından çıktığı bilinmektedir. Daha sonraları Halep tipi tandırlar çıktı. Ateşi, mangal yerine odanın bir köşesine kazılan küçük, dairesel çukurlara konuldu, tandır masası da bu çukurun üzerine yerleştirildi. Çukurun üzerinde de ayakların veya yorganın girmemesi için ateşe dayanıklı ağaçtan parmaklıklar vardı. Tandır yorganının da diğer yorganlar gibi bir astarı vardır. Ancak bunun içine pamuk ya da yün yerine eski giysilerden oluşan şilteler girerdi. Diğer yorganlar gibi kalın olmasa da ısıyı tutmada daha etkiliydi.
YORGANCI, AYNI ZAMANDA HALLAÇTIR
Hallaçlığı biz ayrı bir meslek olarak düşünürdük. Konuştuğumuz yorgancılardan bunun da kendi mesleklerinin bir bölümü olduğunu öğrendik. Hallaç, yatak, yorgan ve yastıklarda kullanılan pamuk ve yünü bir yay veya tokmak yardımıyla kabartan kimsedir.
Dikiş yüksüğü, makas, dikiş ipliği, dikiş makinesi, mezura, motif şablonları, yay, tokmak yorgancıların kullandığı malzemelerden bazılarıdır. Toplu halde duran bir nesneyi darmadağın etmek anlamına gelen “hallaç pamuğu gibi atmak” deyimine de özünde bu iş kaynak olmuştur. Yorganın astarı hazırlandıktan sonra içine girecek olan pamuk ya da yünün hazırlanmasından bahsetmiştik. İşte bu aşamada yorgancı yay dediğimiz alet ile elyaflama işini yapar. Yay denilen alet bir ucu yay gibi bükülmüş, diğer tarafında da kirişi gergin tutmaya yarayan bir ahşap parçası bulunan bastona benzer kalınca bir sopadır. Yayın bir ucundan diğer ucuna gergin şekilde çekilmiş bir kirişi bulunur. Kiriş yayın ucuna çivi ya da düğümle bağlanmıştır. Kiriş, küçükbaş hayvan bağırsağının özel bazı işlemlerden geçirildikten sonra kurutulmasıyla elde edilir.
Yay, yün ya da pamuğun içine doğru uzatılıp kirişine de “ilat” adı verilen tokmakla vurulur. Bu esnada “tın tın ” diye ses çıkarır. Kirişin bu titreşimleri keçeleşmiş haldeki pamuk ve yün yumaklarını açar ve elyaf haline getirir. Yorgancılığın içinde olan bu eylem daha sonra seyyar olarak mahalle aralarında yapılan bir iş kolu haline geldi. Diğer bir anlatımla yorgancının seyyar halidir hallaçlık. Hallaç evden dışarı çıkamayan halka hizmet veren bir kimse oluyor bir anlamda. Hallaçlar yatak, yorgan ya da yastığın pamuğunu çıkartır, elyaf haline getirir, sonra da aynı yerde tekrar dikerlerdi.
HALLAÇLAR DA İŞİ MAKİNELERE KAPTIRDI
Pamuğu atılan yorgan ya da yatağın dikiş işlemini hallaca ek para vermemek için ev halkı yapabilirdi. Hallaçların yaptığı iş de artık makineler tarafından yapılmaktadır. “Düm-teke-düm-tek” düzenindeki tokmak vuruşları Türk Halk Müziği’mizde “hallaç usulü” olarak yerini almıştır. Yakın geçmişimize dek ara sıra da olsa sokak aralarında rastladığımız bu ustalar artık pek görünmüyorlar.
Aslında tekstil tezgahlarının atölyelerden büyük fabrikalara dönüşmesiyle dev makinelerin pamuğa olan talebi de fazlasıyla artmıştır. Bu fabrikaların, elyaf ihtiyacını hallaçların düm-teke-düm-tek vuruşları nasıl karşılasın? Dolayısıyla durmaksızın pamuk ve yün elyafıyla beslenen bu devlerin ihtiyaçları yine aynı büyüklükte olan dev çırçır makineleriyle mümkün olmuştur. Yorgancılık ve hallaçlık meslekleri de yazılarımıza konu olan diğer meslekler gibi yalnızca ansiklopedi sayfalarında rastlayacağımız türden meslekler kervanına katılmışlardır.
www.adilcevaz13.com