Üç Sene Önce Bir Rus Geçmişti Adilcevaz'dan...
Üç sene evvel, Adilcevaz’a misafirler gelmişti. Yalnız içlerinde sarışın, saçları uzunca, mavi gözlü beden tip olarak pek benzemeyen biri vardı. Genç, yirmili yaşlarda… Merakımıza mucip 'kimdir, neyin nesi?' diye etrafımıza sorgu sualden sonra öğrendik ki Rus’muş. Rusya’nın kuzeylerinden.
Teşbihte hata olmasın İbrahim Aleyhisselamvari içine bir kor düşmüş de yüreğindeki boşluğu doldurmak için çareler ararken Türkiye’nin Hizan ilçesi Nurs köyünde doğan ve oradan Isparta Barla’ ya uzanan ve şimdi her yerde duyulan bir sese kulak vermiş de Müslüman olan bir genç. Karşısına oturup süzmeye başladık. Uzun, sapsarı, ince telli parlak saçlarına siyah bir takke geçirmiş, kendisini hayretle izleyen bakışların karşısında başı yerde idi.
Müslümanlık bize atadan babadan miras kaldığından hazır bir dine mensup bizlere Rusya gibi bir ülkeden, parlak bir gencin kendi atalarının hilafına kalu beladaki verdiği sözün yerine getiren bir Rus, ilgi odağımızdaydı. Müslüman olan bizlere, nasıl ve neden Müslüman olduğunu anlatıyordu. Müslümanlara, mümin olmanın ana umdesi, birinci esası yaratılış gerçeğinin bir mıh gibi kendisine kazındığını, bu yaratılışta olmazsa olmaz bir gayenin olduğu hissettiğini söyledi. Bu hissi önceden anlamlandıramadığını ancak bir vesile ile Türkiye’den gelen bir eserle bu gayenin; en mükemmel anlamda kâinatı ve bu dünyayı yaratanı tanımak ve onu tanıdığımızın belirtisi ve teslimiyetin ifadesi ubudiyet olduğunu anlayınca İslâmla şereflendiğini ifade ediyordu. Bizler, çekirdekten yetişme Müslümanlar (!), onun bize verdiği iman dersinin etkisi ile inancımızı ve kendimizi sorgularcasına dinliyorduk.
İşte bu Rus Müslüman, cezbesine düştüğü sesin izini sürmeye gelmişti de yolu buralara düşmüştü. Kendisi gibi nice emsallerinin olduğunu bahsederek…
Yolu Adilcevaz’a düşen o Rus müslümanın ülkesinde Adilcevaz’ a yolu düşen Rus kardeşimiz gibi olanlara yeşil ciltli Kur’an’la, kırmızı ciltli kitaplarla dört duvar arasında gönüllerindeki boşlukları dolduranlara otomatik silahlarla baskın yapılmış. Siyasi bir örgüt, devletin temel esaslarını bozmaya çalışan(!) bir cemiyet zannıyla girdikleri evde örgüt dokümanı olarak Kur’an, cevşen, Haşir Risalesi, Lem’alar, Sözler gibi kitaplar bulmuşlar. Giyimleri sade, yüzleri traşlı, simaları temiz kendileri gibi mekânları da nezih… Bunda bir gariplik de sezerek şikâyet ve emir üzerine tutuklamışlar yine.
Bu sahneler de gerçi bize yabancı değil ya. Bunun benzerlerinin fazlası bizde de yaşanmıştı ya…
Tutuklananlar, kendi hallerine şükrederek "Allah’ım ne mutlu bizlere ki senin için Rusya'da da hapishaneleri Medrese-i Yusufiyelere çevirme imkânı verdin." diye seviniyorlarmış. Zindanlara Yusuf lazım, yarına aziz olmak için.
İslam davası, Allah için kendinden geçenlerin davası... Bugün Rusya’daki Müslümanlar inancının sadakat imtihanından geçiyorlar. Nura karşı zulmet çekmek isteyenler olmuştur ve yine olacak. Dün bizdeydi, bugün Rusya’daydı yarın bir başka yerde. Tebliğde müslümanın kaybedeni kesinlikle olmaz. Ve, İstikbalde en gür sâdâ bizde olduğu gibi her yerde İslâmın sâdâsı olacaktır. Öyle diyor Bediüüzzaman… Oluyor da nitekim…
YAZIYA YORUM KAT