1. YAZARLAR

  2. Dr. Muhsin DEMİREL

  3. Bir Elinde Kuran Bir Elinde Para İslam Davetçileri
Dr. Muhsin DEMİREL

Dr. Muhsin DEMİREL

MÜFTÜ
Yazarın Tüm Yazıları >

Bir Elinde Kuran Bir Elinde Para İslam Davetçileri

A+A-

İnsanoğlunun varoluş gayesi Yüce Yaratıcıya inanmak ve O’nun rızasına göre yaşamaktır. Bu bakımdan İslâm’ı yaşamaktan daha önemli bir şey söz konusu değildir ve olamaz. Bir şey ne kadar önemli ise o şeye vesile olmak da o kadar önemlidir. İnsanları dine davet etmek de insanların Yüce Yaratıcıya iman etmesine ve O’nun rızasına göre yaşamasına vesile olmaktadır. Bu nedenle bir Müslüman açısından İslâm davetçisi olup insanları imana ve hayra davet etmekten daha önemli bir şey söz konusu değildir. Bundan olmalıdır ki Cenâb-ı Allah, âyet-i kerimede “Kim (insanları) Allah’a davet edip salih amel işleyenden ve ben Müslümanlardanım, diyenden daha güzel sözlü olabilir?” (Fussilet, 41/33) buyurarak bu hususa dikkat çekmektedir.    

İslâm davetçisi olmak son derece güzel bir haslettir, ancak her şeyin birtakım vasıf ve özellikleri olduğu gibi, İslâm davetçilerinin de birtakım vasıf ve özellikleri bulunmaktadır. İslâm davetçisi bu vasıf ve özellikleri taşımak durumundadır. Ayrıca İslâm her şeyden önce gönül işidir ve fedakârlık ister. Bu nedenle İslâm davetçilerinin iki hususa dikkat etmeleri gerekir. Biri söylediklerini yaşamak, diğeri de mal mülk, servet toplamak ve lüks bir hayat yaşamaktan sakınmak. Bir insan insanlara İslâm’ı anlatıp kendisi yaşamıyorsa büyük bir çelişki içindedir. Bunun uhrevî azabı da çok ağırdır. Cenâb-ı Allah âyetlerde Müslümanları bu tür hareketlerden sakındırırken, Hz. Peygamber de söylediğini yaşamayan insanların ahirette büyük azaplarla azap edileceğini ifade etmektedir, şöyle ki;

“Kitabı okuduğunuz halde insanlara iyiliği emredip kendi nefislerinizi unutur musunuz?...” (Bakara, 2/44), “Ey iman edenler, neden yapmadıklarınızı (insanlara) söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok çirkin bir davranıştır. (Saff, 61/2-3.);

Hz. Enes’in rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İsrâ gecesinde bazı insanlar gördüm, bu insanların dudakları ateşten makaslarla kesiliyordu. Hz. Cebrail’e bunlar kimdir? diye sordum. Hz. Cebrail, bunlar, senin ümmetinden insanlara iyiliği emredip kendileri yapmayan hatiplerdir, dedi.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, s. 120), Hz. Usame’nin rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kıyamet günü bir adam getirilerek ateşe atılır. Ateşte bağırsakları karnından dışarı çıkar ve adam merkebin değirmen taşıyla döndüğü gibi bağırsaklarıyla etrafında dönmeye başlar. Cehennem ehli onun etrafında toplanır ve kendisine durumun nedir, sen bize iyiliği emreder, kötülükten sakındırırdın? diye sorarlar. Adam, Ben size iyiliği emreder, ancak kendim yapmazdım, sizi kötülükten men eder ancak kendim yapardım, der.” (Müslim, Züht, 7.)

Mal mülk ve servet toplamak, konforlu ve lüks bir hayat yaşamak ile İslâm davetçisi olmak birbirine ters ve zıt şeylerdir. Kişinin bir taraftan İslâm davetçisi olup Müslümanların lideri olduğunu iddia etmesi, öte taraftan para, mal mülk, servet toplaması ve imkânının el verdiği en lüks bir hayat yaşaması yaman bir çelişki ifade etmektedir.  

Her şeyden önce İslâm davetçilerinin ilk ve en önemli lideri Hz. Peygamberdir. Hz. Peygamber gibi insanları dine davet eden veya Müslümanların dinî lideri olduğunu iddia eden bir insanın yaşantısı da Hz. Peygamberin yaşantısına benzemelidir. Hz. Peygamber gayet sade bir hayat yaşamış, hiçbir zaman mal mülk ve servet toplamamıştır. Hz. İbn Abbas’tan gelen bir rivayete göre vefat ettiğinde arkasında ne para ne mal ne köle ne de cariye bırakmıştı. Onun zırhı da 30 sa’ arpa karşılığında bir Yahudi’nin yanında rehine idi. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, s. 222, Hadis no: 2742). Hz. İbn Mes’ud’dan gelen başka bir rivayete göre Resûlullah (s.a.v.) bir gün hasırın üzerinde yatmıştı. Kalktığında hasır onun yanlarında iz bırakmıştı. Kendisine eyl Alah’ın Resulü, keşke sana bir yatak edinseydik, dedik. O buna karşılık şöyle buyurdu: “Ben dünyayı ne yapayım, dünyada ancak bir yolcu gibiyim ki bu yolcu bir ağacın altında bir süre gölgelenerek istirahat etmiş, sonra da ağacı terk etmiş ve kalkıp yoluna devam etmiştir.” (Tirmizî, Züht, 44.)

Gereğinden fazla dünya sevgisi, mal mülk, servet ve para toplamak sadece İslâm davetçileri için değil aksine tüm Müslümanlar için gayet vahim bir durumdur. Hz. Ebû Hureyre’nin rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Dinarın ve dirhemin kulu lanetlenmiştir.” (Tirmizî, Züht, 42.)  

İslâm davetçisinin en önemli özelliklerinden birisi de güvenli olması, herkese ve her kesime güven vermesidir. Bu da iki şeyle mümkün olur. Birincisi kişinin söylediğini yapması, ikincisi mal mülk ve servet toplamak, lüks ve konforlu bir hayat yaşamaktan sakınmak.  

Esefle ifade etmeliyiz ki; günümüzde İslâm davetçisi veya Müslümanların lideri konumunda olan bazılarının serveti lüks ve konforu sınır tanımamaktadır. Bu, husus işin aslına ve tabiatına terstir. İnancı zayıf insanların kafasında hem bu tür davetçilerin samimi oluşu konusunda hem de İslâm’ın hak bir din olduğu hususunda şüphelere sebep olmaktadır.  

Bu nedenle Hz. Peygamberin yolunda olduğunu iddia eden veya böyle düşünen İslâm davetçileri, Hz. Peygamberin hayatına benzer bir hayat yaşamak durumundadır. Hz. Peygamber Cenâb-ı Allah’ın Resulü ve özel bir kulu idi. Dileseydi Cenâb-ı Allah ona bolca verirdi. Ancak o, dünyayı değil ahireti tercih etmiş, son derece sade bir hayat yaşamış, zaman zaman da hasırın üzerinde yatmıştı ve yatıyordu. Dolayısıyla onun yolunda olduğunu iddia edenler de zenginliğe, lüks ve konfora önem vermemeli, sade bir hayat yaşamalı, lüks ve şatafattan uzak evlerde ikamet etmeliler.  Bir taraftan en lüks araçlara binmek, değeri milyonlarca doları bulan evlerde ikamet etmek, öte taraftan da İslâm davetçisi ve İslâm hizmetçisi olduğunu iddia etmek büyük bir çelişkidir. Böyle insanlar, insanların hidayetine de vesile olamazlar. İnsanların kahir ekseriyeti de böyle insanlara şüphe ile bakar. Tarihin hiçbir diliminde kimse zenginlik, lüks ve konforu ile insanların hidayetine vesile olmamıştır. Hz. Mûsâ ile Firavun’nün ve Hz. Mûsâ ile Karun’un kıssası bu dediğimize yeterli bir delil ve kanıttır. Dünyanın zenginliği, lüks ve konforu insanları dine değil aksine dünyaya çeker. Tarih boyunca hep böyle olmuştur.  

Burada bazı hususları da belirtmemiz icap eder. Birincisi, İslâm’ın dünyaya ve hayata bakışı farklı, beşeri mantığın dünyaya ve hayata bakışı farklıdır. Beşeri mantığa göre izzetin ve şerefin kaynağı zenginlik, mal mülk, servet, makam mevki ve paradır. İslâm mantığına ve İslâm bakışına göre izzet ve şerefin yegâne kaynağı iman ve salih ameldir. Nitekim Yüce Mevla, “Muhakkak ki Allah katında en şerefliniz en takva olanınızdır…” (Hucurât, 49/13.)  diye buyurmaktadır.  

Hz. Peygamber, ashabı kiram ve iyi Müslümanlar hep İslâm mantığıyla hayata ve dünyaya bakmışlardır. Hz. Ömer döneminde Kudüs fethedilmişti. Oradaki Yahudi ve Hıristiyanlar karşısında hiçbir güç dayanmayan büyük İslâm Fatihi Halife Hz. Ömer’i görmek ve onunla barış anlaşması yapmak istediler. Konu Hz. Ömer’e iletildi ve kendisi de kalkıp Kudüs’e gitti. Şehre varmadan komutanlar onu yolda karşıladılar. Hz. Ömer’in üzerinde yolculuk yaptığı at, Halifenin şanına yaraşmayan normal sıradan bir at idi. Komutanlar bu atı görünce Hz. Ömer’e şöyle bir teklifte bulundular: Bu at ile Yahudi ve Hıristiyanların yanına varmamız şanınıza yakışmaz. Arayıp size güzel bir at getirelim. Hz. Ömer buna karşılık şöyle dedi: “Cenâb-ı Allah bizleri iman ve İslâm ile aziz ve şerefli kılmıştır, mal mülk, para ve güzel atlarla değil.” Esefle ifade edelim ki günümüz Müslümanları veya kahir ekseriyeti izzet ve şerefi, mal mülk, para, makam ve mevkide görmektedirler. Bunun için insanlara örnek olamıyor, hidayetlerine vesile olamıyoruz.

İkincisi, bir insanın iyi niyetli olması ve din uğruna bir şeyler yapmaya çalışması başarılı olması için yeterli değildir. Bir davetçinin başarılı olması için ihlaslı, samimi, dürüst ve donanımlı olması, söylediğiyle yaptığının birbiriyle çelişmemesi, idareci konumda ise adil olması, bir Müslümanda bulunması gereken tüm vasıfları taşıması, dost ve düşmana güven vermesi ve günün şartlarına göre hareket etmesi gerekir. Tüm bu vasıfları taşımayan bir kimse başkalarına örnek ve model olamayacağı için insanların hidayetine vesile olmaz, başarılı olması da imkânsızdır.  

Üçüncüsü, yapılan bir fiil ve hareketin mahşeri vicdanı rahatsız etmemesi, insanların kahir ekseriyeti tarafından kabul görmesi ve hoş karşılanması. Yaptığımız bir hareket mahşeri vicdanı rahatsız ediyor, insanlığın ekseriyeti tarafından kabul görmüyor ve tasvip edilmiyorsa bu hareket yanlış demektir. Günümüzde Müslümanların büyük bir kısmı maslahat gerekçesiyle kanun ve mevzuata aykırı birtakım yanlış işler yapmaktadır. İslâm’da maslahat denen bir husus vardır, ancak muteber maslahat tüm Müslümanların lehine veya din lehine olan maslahattır. Bir cemaatin veya tarikatın yahut siyasi bir partinin lehine olup diğer Müslümanların aleyhine olan bir maslahat muteber değildir. Dolayısıyla Müslüman davetçi veya idarecilerin yaptıkları tüm işlerinde şeffaf olmaları, doğrudan Kur'ân veya sünnete dayanmaları daha doğru ve daha isabetlidir. Doğrudan Kur'ân veya sünnete dayanmayınca nefis veya dünyevi birtakım etkenler bizi aldatabilir.

Selam ve dua ile.    


Bu yazı toplam 607 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Yazılan yorumlar hiçbir şekilde www.adilcevaz13.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.