1. YAZARLAR

  2. Veysel KOŞAR

  3. Ömürde Vakit, Şahitliktir!
Veysel KOŞAR

Veysel KOŞAR

EĞİTİMCİ
Yazarın Tüm Yazıları >

Ömürde Vakit, Şahitliktir!

A+A-

Uzun ve ağır gecelerin annemin yüreğini mengeneye aldığı, göz yaşının şefkatin acısını dindirmeye yetişmediği anda sabaha doğru kardeşim Senem, ela gözlerini aşağı düşürerek, pembe beyaz boynunu hafifçe yana devirerek ruhunu bedeninden sıyırdı.

Altı aylıktı Senem. İlk üç ay bir sorun yokken sonradan gül gibi solmaya, ateşlenmeye, vücudunda kırmızı döküntüler görülmeye başladı. İlçedeki tek doktor olan Haydar Doktora götürüldü. Muayene edildi. Kızamıkmış meğer, aşısı yapılmamış ve geç kalınmış.  Senem, evimizin dördüncü çocuğuydu. Annem tecrübesiz değildi ancak olmadı, kaybettik kardeşimi. Senem’in son demlerinde dudakları kurumasın diye ucunu ıslatıp kullandığı beyaz tülbent, annemin yanağından akıp giden damlaları bağrına çekiyordu.

Annem metanetini korusun diye babam, kendini koyuvermemeye çalışıyor arada balkona çıkıp seherin serinliğinde sigarasını yakarak göğsünde yanan ateşi teskin etmeye çalışıyordu. Babaanneme usulünce haber verildi. Babaannem, zaten aynı avlunun içinde amcamın ailesiyle oturuyordu. Amcam da hareketliliği görünce anladı ve hemen yengemle beraber geldi. Sarılmalar, ağlamalar, sabır telkinleri... Amcam, soğukkanlılığını koruyarak kendisi de bi sigara yakıp yapılması gerekenleri sıraladı. Doktor çağrıldı. Muayene, kontrol, teşhis ve nihayetinde ölüm raporu tanzim edildi. Sonrası malum yıkanma, cenaze namazı, defin işlemlerinin gerçekleştirilmesi…

Babamın içindeki yangına eşlik eden başka bir sıkıntı, endişe ve tedirginliği de vardı ya içinde tuttu bunu. Amcamın yanına gitti kulağına eğilerek, “Bir gelebilir misin?” dedi amcama. Direkt konuya girerek “Vefat eden evladım senin neyin?” “Yeğenim.” dedi amcam. “Baba yarısı sayılırsın değil mi?” sorusuna, “Bu ne demek?” dedi şaşkın ve hayret ifadesiyle babama bakarak. “Madem öyle benim evladımdır, senin de evladın. Defin işlerini sen tamam ettir, sebebini sorma bana. Akşama kadar müsaade et, ben gidiyorum.” Amcam şaşırdı tabi, “Kaldıramadı üzüntüyü bu yetim, yoksa rahatsızlandı mı?” diye düşündü.

Salası okundu Senem’in. Konu komşu, akrabalar, duyan duymayan tüm ahali cenaze namazı için geldi. Namazı kılındı, defin vs derken gelen herkes babamı soruyor, amcam da bir şekilde aklına gelen cevaplarla savuşturuyordu. İçten içe de kızıyordu babama, evladı vefat etmiş yok bu adam, niye yok onu da tam bilmiyordu. Evde mi hayır, hastane de mi yok, çok talihsiz bir durum mu var belli değil. Amcalarım, halalarım, yakın akrabalar büyük merak içinde. Neyse artık akşamı bekleyelim, diyorlar. Elbet ne olduğu anlaşılır, yeter ki can yakacak durum zuhur etmesin. Bir taraftan da zihinlerde sorular uç uca ekleniyor ister istemez.

Akşamın ilerleyen vakti geldi babam. Evin avlusunda yas için gelenlere sandalyeler, masalar dizilmişti. Akrabalar, komşular babamı görünce ayağa kalktılar, babam onları görünce içine gömdüğü yangının harını gözden süzülen damlalara katarak ağlamaya başladı. Her biriyle ayrı ayrı sarılıyor, bendini aşmış çağlayan gibi acısını yaşıyordu. Oturttular babamı, sakinleşmesini beklediler. Amcam, “Bir yaramaz durum yok değil mi gardaş?” dedi. “Merak etmeyin, biliyorum çok endişelendiniz ama benim gitmem gerekiyordu. Bunu bilin, yeter.” Amcam da içinden “Allah Allah! Peki.” dedi. Babam, anlayış göstermeleri gerektiğini tüm mimikleri ile kalın ve net belli ettirince fazla kurcalayamadılar.

Bizde- her yerde olduğu gibi -yas üç gün sürer. Yakın akraba, komşu ve tanışlar hep birlikte taziye alanında bulunur, acıyı paylaşır. Neyse üçüncü gün taziyenin bitmesine yakın benim de ileri de ustam olacak Kuyumcu Ahmet Ağabey geldi. Geldi ama gözleri, apar topar babamı arıyordu. Babamı görünce, babam da onu görünce dayanamayıp ağlaşmaya ve sarılmaya başladılar. Kuyumcu Ahmet Ağabey, babamın can dostu idi. Yiyip içtiklerinin ayrı gitmediğini bırak sırdaşı; gönüldaşı, haldaşı idi. Başını yerden kaldırarak, gözlerini arayarak, “Ben az önce duyup geldim, kızın vefat etmiş, ne zaman vefat etti, niye zamanında duymadım, defninde ben nasıl bulunamadım, bana niye haber vermedin?” diye hem hayıflanıyor hem de içindeki kuşkuyla boğuşup duruyordu. Baktı ki babamdan sağlıklı bilgi alamıyor amcama döndü, baş sağlığı diledi. Ne zaman, nasıl olduğunu ve babamın da sonradan akşama kadar gözden kaybolduğunu öğrendi. İçi titremeye, yüzü düşmeye, dizleri ayak parmakları üzerinden oynamaya başladı. “Ya hu,  sen nasıl bir adamsın?” diye daha içli ağlamaya durdu.

Kuyumcu Ahmet Ağabey, yasın dolayısıyla taziyenin bitmesini, gelenlerin gitmesini ve ortalığın sakinlemesini sabırsızlıkla bekledi. Millet dağıldıktan sonra babamın koluna girerek, bahçe duvarına paralel kavak ağaçlarının olduğu alana, dikkat çekmeyen bölgeye doğru götürdü. Gümüş tütün tabakasını çıkarıp iki dal sigara sarıp, birini babama uzattı. Uzatırken de babamın ellerini yakaladı, kendine çekti “Gel sana bir sarılayım.” dedi. Minnetini ifade eden gözleriyle bakarak, “Neden böyle yaptın, gelmeyebilirdin, acın vardı, evladın vefat etmişti, sen haydi gidelim diye beni alıp çekip götürdün, dünyanın sonu değildi ya!” Babam önce sigarasına davrandı, dumanını ciğerlerine doldurdu, arkadaşının yüreğine işleyen ağırlığı hafifletmeyi dileyerek “Ben sana söz vermiştim, vaktin de bir sözü vardır. Vakit, sözüne sadıktır. Saati geldiğinde kalemi kırılanın infazıdır artık bedel ve diyet hesabı yapılmaz.  Vakti gelen ölümü biz değiştiremeyeceğimiz gibi, hükmü için söz verilmiş zamanın gereğine icabet de boyun borcudur. Sen müsterih ol.” 

Meğer kardeşimin vefat ettiği gün, Kuyumcu Ahmet Ağabey için çok önemli olan benim de öğrenemediğim özel meseleden dolayı sözleşmişler. Çözülmesi gereken bir konuymuş. Neydi, o özel mesele hiç bilemedik, aralarındaki hukukun derinliğine hürmeten sormaktan da hicap edildi ya. Kardeşim Senem’in hastalığının durumu belliydi ancak vefatının Cumartesi’ye denk gelmesiyle babam, evladını kaybetmenin acısı ve verilen sözün şahidi zamanın çatışması karşısında bir çıkış yolu aramış, “Allah’ım bana verdiğin emaneti vakti geldi ki sen aldın, sana ayan olan bana meçhuldü. Tedbir, takdire boyun eğdi, Senem sana döndü. Madem dostluğun, vefanın ve vazifenin sıdkı, verdiği söz üzere durmaktır. Verilen sözün vakti geldi hükmünü bekler. Hükmü ile amil olmaya, iş görmeye dirayet ver.” Diyerek kardeşimin vefatını söylemeden, belli ettirmeyerek Kuyumcu Ahmet Ağabeyle buluşmuş.

Vaktine duran saat, herkes için aynı bildirimde bulunmaz ya Ahmet Ağabey, “Eyvallah gardaş, Allah razı olsun, senin sözünün eri olduğunu, sorumluluğun bedelinden kaçmadığını ben bilmez miyim? Ancak su göründü mü teyemmüm bozulur derler, bazen olur ki irademiz dışında, kaderden bir takvim konuşur, beşerin iradesi susar, tabi olur. Madem ilahi mülk sahibinin emanetini alma vakti gelmişti, onu senin elinden -teslimiyetin verdiği vakar ve huşu ile -cümle ahaliyi şahit tutarak   vedalaşarak, helallikle bulunmak icap ederdi. Ben de bu şahitliğe “Amenna!” ile tasdik eder omuz vermek de benim boynumun borcuydu.”

Ben kardeşim Senem’in vefatı ve sonrasında yaşananlardan anladım ki, vakit herkes için kendi cephesinden bir şahitliktir. Kiminin acısına, kiminin sabrına ya da direncine bazen de teslimiyetine, vefasına şahitliktir. Duruşuna milattır. Yoksa bir zembereğe tabi çarkların mutad bir hesap üzere dönüşünden, yelkovanın akrebi itmam etmesinden mütevellit daha başka ne hikmet, fayda beklenilir ki?  

*Erciş'ten Öyküm

Bu yazı toplam 428 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Yazılan yorumlar hiçbir şekilde www.adilcevaz13.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
1 Yorum