Müftüye Bak! Şekerine Bak!
"Yaşınız kaç olursa olsun bayramda çocuksunuz.
Değilseniz çocuklarla çocuklaşınız ki onları anlayasınız"
Hayat tıpkı bir nehir gibi akıp gidiyor. Akan suyu geri getirmek imkânsızdır. Ömürde böyledir. Seksen yıl yaşamış birisine "ömrünüz nasıl geçti?" diye sorduğumda, seksen yılı sekiz dakikaya sığdırarak “işte geldik gidiyoruz” diyerek anlattı.
Bu bağlamda yaşanmış hatıralar her zaman anlatılmaya değer, tatlılık ve tazelik taşırlar. Tıpkı daha önce iştahla yediğiniz damağınızda tadı zihinde adı kalan Gaziantep Baklavası veya Şanlıurfa Lahmacunu, Bitlis'in Büryanı veya Adana Kebabı tatları gibidir bazı anılar.
Hatıralar hafızalarda iz bırakır hatırladıkça onlardan keyif alır sık sık anlatmak istersiniz. Tıpkı Çanakkale gazisinin yüzlerce defa kerrat cetveli gibi hatırasını anlatmaktan bıkmadığı gibidir anlamlı hatıralar. Bazı hatıralara da tanıklık edersiniz. O hatıralar hafızanızda öyle derin izler bırakır ki isteseniz bile unutamazsınız. Bu bazen yukarıda geçtiği üzere ağızda kekremsi tat bırakır bazen de Şanlıurfa biberi/isotu gibi acı verir.
Sâlih ve sâliha insanların gelecek kuşaklar tarafından unutulmaması için yaşadıkları unutulmaz anıları yazarak geleceğe taşımak bir vefa borcudur. Bu aynı zamanda Kur'ân'ın bize bir öğretisi olarak; peygamber olmadıkları halde kendilerinden söz edilen Firavun'un sâliha eşi Âsiye ve Lokman bunlardandır. Bu anlatımlar okuyanlarda “güçlü bir hafıza” inşa eder. Geçmişi geleceğe taşıyan esas dinamikte budur. Hatta güçlü toplumlar ancak güçlü hafızalı bireyler sayesinde yaşarlar. Tıpkı tarihçilerin en küçük ayrıntıyı bile atlamadan aktardıkları gibi…
Allah'ın insana ikram ettiği en güzel nimetlerden birisi de herşeyi kayıt altına alan kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan, iyi ve kötü olarak insanların yaptıkları her şeyi saklayan anlamına gelen "hafîz" isminin tecellisi olan hafızadır.
Tarihte yazılan menâkıb/hatıra kitapları da bize ulaşan ve tarihe düşülmüş etkileyici notlardır. Bu notlar, geçmişi sağlıklı okumamızı geleceğe de çoban yıldızı gibi rehberlik yapar yapıyor.
Aşağıdaki hatıra bir emekli il müftümüzün zihinde iz ve tat bırakan bayram hatırasıdır. Böyle "hatıraların avcısı" olup geleceğe taşımak hem toplumsal bir sorumluluk hem de bir vefa borcudur. Hz. Peygamber “Eğer beli bükülmüş yaşlılar (…) olmasaydı, belalar sel gibi üstünüze dökülecekti” buyurur. (Ebu Ya’la el-Mevsilî, Müsned, XI/511; Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, VII/134) Burada yaşlının tecrübe ve birikiminden istifade etmek gerektiğine dikkat çeker; Yaşlanmak tıpkı bir dağa tırmanmak gibidir. Çıktıkça yorgunluğunuz artar. Nefesiniz daralır ama görüş alanınız genişler. Ne yazık ki bu toplum, görüş ve birikiminden istifade edilmesi gereken yaşlısını “atık haline” getirip Azrail’i bekler hale getirmiş! Bayramları Özletmeliyiz
İlçe müftülüğü yaptığım (1990-2010) yıllarında müftülük tecrübesinden çok şey öğrendiğim, Van ili Gevaş ilçesi eski, şimdinin “emekli” Adıyaman il müftüsü Mehmet Ali Öztürkçü bir bayram günü yaşadıklarını şöyle anlatmıştı: “Benim oturduğum mahallenin çocukları bayram sabahı erkenden kaymakamın bayramına gitmişler. Kaymakam çocuklara büyüklere ikram ettiği kaliteli çikolatadan vermiş. Çocuklar kaymakamın çikolatalarını alınca çok sevinmişler. İçlerinden birisi de bizim evi göstererek “arkadaşlar! Gelin şimdi de müftünün evine gidelim. O da bize güzel çikolata verir” demiş. Çocuklar hep beraber bize gelirler. Ben de eskiden adet olduğu üzere “çocuk şekeri” olarak satılan sıradan şekerlerden almıştım. Çocuklar gurup halinde gelip zili çaldılar. Kapıyı açtığımda gurup halinde hepsi benim vereceğim özel şekeri dört gözle bekliyorlardı. Ben de içeri girip tabağa ağzına kadar doldurduğum sıradan şekerlerden getirip birer ikişer ikram ettim. Çocuklar şekerlerden aldılar. İçlerinden birisi şekeri avucuna alıp yüzüme ekşi ekşi bakıp biraz da basite alarak “Müftüye bak! Şekerine bak!” demesini yıllar geçmesine rağmen unutamadım.
Kaymakamdan aldıkları şekerle mukayese etmişlerdi. Bu bana ders oldu. Ben de bir daha çocuk şekeri almadım. Büyüklere ikram ettiğim çikolatanın aynısını onlar için de aldım. Fakat daha sonraları çocuklar artık çikolata da almaz oldular. Çünkü ikramın cinsi değişmişti. Şeker gitmiş yerine bayram harçlığı gelmişti.”
Dinde özel bir yeri olan bayram günlerini özletecek hale getiremedik. Biraz daha ileri giderek şunu söyleyelim. Cenneti özlettik mi? Özlettiysek neden ölüme karşı soğuk duruyoruz. Yapılan bir araştırmada insanlara şu soru sorulmuş “cennete gideceğiniz kesin olsa ölmek ister misiniz? Bu soruya insanların %60 hayır ölmek istemiyoruz” cevabını vermişler. Muhtemelen hiçbirimiz ölüme hazır değil; ya gideceğimiz ahiret hakkında bilgimiz eksik ya da dünyaya kazık çakar gibi bağlanmışız. Ölmek istemiyoruz. Ölümün soğuk yüzünden dolayı Mikail, Cebrail, İsrafil ismini kullanırken, Azrail ismini çocuklara vermiyoruz. Kabristanları şehir dışına çıkarıyor, hayatımıza girmelerine ve mesaj vermelerine asla izin vermiyoruz.
İkram ve Hediyelerin Güncellenmesi
Eskiden çocukları sevindiren ikramlar günümüzde çok da anlamlı olmuyor. Eskiden bir lokum veya bisküvi makbule geçerken bugün kimse iltifat etmiyor. Hâlbuki çocuklara vereceğimiz ikram veya hediye onların gelecek senenin bayramını özletmeli. Bu da para olabilir. Çocuklara vereceğimiz para onların hoşuna gider.
Bazen okuduğumuz kitapların çocuklarımız tarafından da okunmasını isteriz. Hâlbuki bugünün çocuklarına bugüne ait sözler söylemek gerekir. Mevlana’nın dediği gibi “Dünle beraber gitti cancağızım. Ne kadar söz varsa düne ait, Şimdi yeni şeyler söylemek lazım”
Çocukları geçmişe götürmek değil çocuklarımızın yaşadığı zamana bizim gelmemiz gerekir. Ayak uydurabilir miyiz? Zorlansak da yapmak zorundayız. Bugünün çocuklarına bizim zamanımızda beş taş, eşek oyunu, misket oynardık. Bugün badminton, (raket ve bir tür tüylü topla oynanan tenis benzeri bir oyun) oynamak neymiş denilmez.
Bizim çocukluğumuzda bizi mutlu eden şeker, lokum vb. şeylerin onları mutlu etmediğini bilmek için müneccim veya kâhin olmaya gerek yok. Nasıl ki çocuklarımız dedeleri gibi giyinmiyor, aynı müziği dinlemiyor, aynı oyuncaklarla oynamıyorsa kendilerini bayramda mutlu edecek nesnelerin farklı olması gerektiğini keşfetmemiz kaçınılmazdır. Yoksa “Müftüye bak! Şekerine bak! İfadelerini daha çok duyarız. “Çocuktan al haberi” sözü bir hakikati ifade eder.
Bayramların Anlamını Yitirmemesi Gerekir
Bayramların yerini ve zamanını Hz. Peygamber belirlemiş. Tıpkı diğer bazı dini görevler gibi. Bu sebepten bayramları yıllık tatile veya Taha Akyol’un dediği gibi “tatil kaçamağına” dönüştürmemeliyiz. Hatta "kaçamak sendromu" olarak da isimlendirilebilir.
İnsanlar "benmerkezci" ve "egoist" bir anlayışa sahip olduğundan kimseye tahammül etmemekte, hayatlarını haz/zevk ve hıza endeksleyerek yaşıyorlar. Herşeyi ve herkesi kendilerine hizmet etsin anlayışına sahip bir psikolojiye sahipler. Bu da insanı yalnızlaştırıyor. Bu yalnızlığını da tatil beldelerine giderek kalabalıklar içinde yalnızlığı yaşıyorlar.
Bayramlar akraba ve dostların ziyaret edileceği manevi ve özel günlerdir. Yoksa “Bayram gelmiş neyime Anam anam garibem. Kan damlar yüreğime Anam anam garibem” dizelerinde anlatıldığı kederli ve hüzünlü hale dönüştürmemek gerekir.
Şair Can Yücel hiç sevmediği bayramların gelmesini dört gözle beklermiş. Hatta büyük bir hasret ve özlemle. Çünkü “çok sevdiği babası” sadece, evet sadece bayramlarda öpüyormuş onu “Onun haricinde bir kere bile beni öpüp okşadığını bilmem" diyerek hüznünü anlatır.
Prof. Dr. Semavi Eyice, dile kolay, 94 yaşında hafızası zehir gibi. 4- 5 yaşındaki bayramlarını şöyle anlatıyor; “...Bayramın büyük bir kısmını da İstanbul'da geçirirdim.” İlk önce gelenekler geliyor aklına ve eski bayramlarda ziyaretler ve ziyaretçilerin çokluğunu anlatıyor. “Ama” diyor, “Bizim derdimiz başkaydı. Ziyaretçilerden çok alacağımız bahşişler ilgilendirirdi.” O zamanki bahşişler de ya 50 kuruş ya 1 lira ama her çocuk gibi o da yağlı kapıyı, yani iyi para vereni unutmuyor.
Bayram Sevinmek Değil Sevindirmektir
Anneler kendi yediğinden değil evlatlarına yedirdiğine daha çok sevinir. Bu özellik annelere farkındalık verir. Aslında aslan dahil bütün canlı varlıklarda görülen bir değerdir. Mü’min de kendine değil başka insanlarla paylaştığıyla mutluluk duyar. Kur’ân bunun yolunu şöyle gösterir; “Kendiniz için özenle ayırdığınız şeylerden başkaları için harcamadıkça gerçek erdeme ulaşmış olamazsınız; ve her ne harcarsanız kuşkusuz, Allah ondan tamamiyle haberdardır.” (Âl-i İmrân, 3/92) İnsanın paylaştıklarının başkaları tarafından bilinmesine gerek olmadığını da âyet haber verir. Ne kadar gizli verirsek verelim. Allah her şeyden haberdardır.
Biteni Özlüyor muyuz?
Mesela; namazımız bittiğinde “yeniden ne zaman kılacağım” diye özlüyor muyuz?
Ramazan ayı göçüp gittiğinde “gelecek seneyi dört gözle” bekliyor muyuz? Yoksa Mübarek on bir ay geliyor diyoruz. Eskiden işte yine gitti “Ramazancığımız” derlermiş.
Hac ibadetini yerine getirdikten sonra “Mekke’ye yolum düşer mi” diye düşlüyor muyuz?
Kur’ân okurken keyif alıyor muyuz? Hz. İkrime’nin "en sevgilinin kitabı" Kur’ân’ı yüzüne gözüne sürerek “Bu benim Rabbimin kitabıdır” sevgisini gösterebiliyor muyuz?
Hâsılı, bayramlar bitip sevdiğimizi geriden bırakırken gerisin geriye dönüp baktığımız gibi üzülüyor muyuz? Yoksa bitti çok şükür mü diyoruz.
Hâlbuki Adana’da yediğimiz kebap, Urfa’da tadına doyulmaz lahmacun, Hatay’da künefesi damakta tat bıraktığı için hep özlenir.
Bir toplum adetlerini ibadetleştirir, ibadetlerini de adetleştirirse kulluktan beklenen maksat gerçekleşmez. Seküler hale getirilip içi boşaltılan bir bayramın da toplumda sevgi, kardeşlik tesis etmesi mümkün değildir. Çünkü bayramın ruhu gitmiş cesedi ve adı kalmıştır.
Mehmet Görmez bu hususta şöyle der: “Namazlarımız aerobik hareketlerine orucumuz perhize dönüşmemelidir. Yoksa ibadetlerden beklenen anlam gerçekleşmez. İslam dünyasını kuşatan illetlerden bir tanesi de, dindarlığı sadece ritüellere indirgemek, ibadetleri de sadece şekle indirgemek, ruhunu ve hikmetlerini kaybetmek, Allah tarafından konulan gayeleri terk etmektir. En büyük musibetlerden birisidir bu. Haclarımız neden bizi iyilik/birre kavuşturmuyor? Sorusunu sorarken bunun üstünde durmalıyız. İbadetlerimizi şekle indirgiyoruz ve vesileler gayemizin önüne geçiyor. Yeniden bunların üstünde düşünmeye ihtiyacımız var. Bu konuda insanları aydınlatma görevi de bize aittir. Yeniden nasıl bu ibadetleri yaşar ve insanlara anlatırız? Eğer hac, bizim hayatımızda bile bir milada dönüşmüyorsa rehberliğini yaptığımız hacı adaylarımızın hayatında nasıl milat olsun. Üzerinde düşüneceğimiz bir husus var. Bu kadar dua ediyoruz, neden kabul olmuyor? İbadetlerimiz neden bizleri kâmil mümin yapmıyor? Sorularının üzerinden düşünmemiz gerekiyor.” Muhtemelen, inanç şekil ve görselliğe dönüşüp ruhu kaybolmuş. Bunu yeniden kazanmamız gerekir.
Not: Bu yazı ilk defa 03.08.2021 tarihinde yayınlandı bazı değişikliklerle yeniden...
YAZIYA YORUM KAT
Muhterem Hocam, makalenizde benim nazarımda calib-i dikkat olan husus, çocuklara zamanın icaplarını esas ittihaz edinerek muamele etmektir. Günümüzde sık sık özellikle dijital araçlar aracılığıyla görüyoruz ki gençler büyüğünü bilmiyor, büyükler ise gençleri adam yerine koymuyor. Hal böyle olunca kuşak çatışması denilen kavram ortaya çıkıyor. Halbuki tarihe bir nazarlarımızı tevcih ettiğimiz vakit, Hz. Peygamber (sas)'in genç bir sahabi olan Üsame'yi ordu kumandanı olarak tayin ettiğini görmekteyiz. Keza Osmanlı'ya baktığımızda Fatih'in 21 yaşında İstanbul'u fethettiğini görüyoruz. Bu minvalde hareket ederek şu yorumu yapmak isabetli olacaktır. Gençler büyüklerin tecrübesinden ve bilgisinden istifade etmeli. Büyüklerse gençlerin enerjilerinden istifade etmeli. Bugün siyasette, bürokraside, eğitimde hasılı devletin tüm organlarında gençlerin daha fazla istihdam edilmeleri iktiza ediyor.
Yanıtla (1) (0)Akıcı bir üslupla yaşanan hayata dair notlar arasında şu tepit, dindar mahallenin mevcut durmunu izah etmeye yetiyor.
Yanıtla (2) (0)"Bir toplum adetlerini ibadetleştirir, ibadetlerini de adetleştirirse, kulluktan beklenen maksat gerçekleşmez."
Allah ilminizi artırsın! Sağlık ve huzur dolu bayramlat temennisiye...
Yazınız için çok teşekkür ederim hocam yüreğinize sağlık. Hocam ayrıca hastalığınızdan dolayı geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. İşlerimin yoğunluğundan dolayı bir türlü arayamadım hakkınızı helal edin. Rabbim size ve tüm hastalarımıza hayırlı şifalar ihsan eylesin. Hocam yazınıza istinaden her bayram çocuklar için en güzel şeker yada çikolataları alırım. Çünkü çocuklarımız bizim için daha önemli. Onlara bayramlarımızı, dinimizi, maneviyatımızı sevdirmeliyiz ki temellerimiz sağlam olsun. Çocuklarımız hepimizin geleceğidir. Hep birlikte çocuklarımıza bu tür konular başta olmak üzere her konuda büyük özen göstermeliyiz. Rabbim hepimizi güzel ve hayırlı olan kullarından eylesin inşallah.
Yanıtla (2) (0)Kaleminize gönlünüze sağlık hocam
Yanıtla (0) (0)Muhtemelen hiçbirimiz ölüme hazır değil; ya gideceğimiz ahiret hakkında bilgimiz eksik ya da dünyaya kazık çakar gibi bağlanmışız. Ölmek istemiyoruz.????????????
Yanıtla (2) (0)