Bir Mürşidi Kamil: Şeyh Muhammed El-Arapkendî
Önceki asırlarda haram mal fazla yaygın olmadığı gibi, günahlar da çok yaygın değildi. İslâmî yaşantı canlı olup Müslümanların büyük bir kısmı ibadetlerini yapıyor, günah işlemek ve haram lokma yemekten de sakınıyordu. Müslümanların önemli bir kısmında ahireti kazanmak ön planda geliyordu. Bu nedenle İslâmî şehir ve beldelerinin her tarafında kâmil müminler, hatta keşif keramet sahibi evliyalar çoktu. Zaman geçtikçe İslâmî yaşantı zayıfladı, dünyevileşme ağır bastı, günahlar ve haram lokma oldukça yaygın hale geldi. Buna bağlı olarak kâmil müminlerin sayısı da gittikçe azaldı. Keşif keramet sahibi insanlar ise eskilerin deyimiyle artık kibrit-i ehmer gibi ender hale geldi.
Bu ender zatlardan biri de Diyarbakır’ın Bismil ilçesine bağlı Arapkent köyünde yaşayan Şeyh Muhammed adında bir zat idi. Şeyh Muhammed’e yaşadığı köyüne nispetle el-Arapkendi denilmektedir. Şeyh Muhammed âlim, zahit, ihlaslı, samimi, muttaki ve hem bir mümini kâmil hem de bir mürşidi kâmil idi. İslâm’ı gerektiği şekilde yaşıyordu. Mal mülk ve servet toplamak gibi bir amacı ve gayesi söz konusu değildi.
Bir taraftan medrese usulüne göre ders verip talebe yetiştirirken, diğer taraftan da Nakşibendi tarikatına hizmet ediyordu, dergâhı ve müritleri vardı. Şeyh Muhammed fazla konuşmuyor ve çokça sohbet etmiyordu. Zaman zaman neden sohbet etmiyorsunuz diye sorulunca o şöyle diyordu: Bizim suskunluğumuzdan yararlanmayan sözlerimizden de yararlanmaz. Fazla sohbet etmemekle birlikte müritleri her geçen gün artıyordu. Güneydoğu bölgemizde yaşayan Seyda ve mollaların büyük bir kısmı ona bağlı idi. Zira maneviyatı çok güçlü idi, ilmi ve takvayı cem eden bir özelliği vardı ki bu özellik çok az kişide bulunur.
Şeyh Muhammed’in kerametleri de vardı. Onun kerametlerinden üç tanesini birinci ağızdan duydum, birini de bizzat kendim gördüğümden bu dört kerametini anlatacağım.
Birincisi, Şeyh Muhammed, sonbaharda kendi müritlerinden biri olan ve o sırada Mardin’in Kızıltepe ilçesinde ikamet eden ülkemizin en büyük âlimlerinden biri olan Molla Muhammed Salih’in evine gider. Akşam hava soğuk olduğundan getirip sobayı kurarlar, soba doldurulur ve yakılır, hiçbir sorun yaşanmıyor. Birkaç gün sonra tekrar aynı odanın sobasını yakarlar, ancak soba yanmıyor. Bunun üzerine biri damın üzerine çıkar ve bakar ki ilkbaharda bacanın üstüne konulan sal (ince taş) hala bacanın üstünde duruyor. Salı kaldırdıktan sonra soba yanmaya başlar. Bu olayı hem medrese hem de İlahiyat’tan hocam olan Prof. Dr. Muhammed Halil Çiçek’in ağzından duydum.
İkincisi, bizim hem akrabamız hem de köylümüz ve Şeyh Muhammed’in müritlerinden biri olan Abdülhakim Aydoğdu adında bir arkadaşımız bir günü şunu anlattı: Ben ot biçmek üzere diğer köylülerle birlikte yaylaya gitmiştim. Zaman zaman başım ağrıyordu. Yaylada iken de gece şiddetli bir şekilde başım ağrımaya başladı, yapacak hiçbir şey yoktu. Gece Seyda rüyama geldi ve şöyle dedi: Başın mı ağrıyor? Evet, dedim. Seyda yanımda oturup biraz başıma okudu, sabahleyin kalkınca baş ağrısından hiçbir şey kalmamıştı. Hala da bugüne dek başım hiç ağrımamıştır. Bu olayı Abdülhakim olaydan birkaç yıl sonra bize anlatmıştı.
Üçüncüsü, bir yıl Seyda irşat amacıyla Elazığ’ın ilçelerine gitmişti, zannedersen 1994 yılı idi. Burada Elazığ ilinin Alacakaya ilçesine bağlı Engene köyünde bir eve misafir olur. Orada 5 veya 6 yaşlarında yürüyemeyen hasta bir çocuk kendisine okuması ve dua etmesi için Seyda’nın yanına getirilir. Çocuk yürüyemediğinden babasının koçağında getirilmiştir. Seyda ilk etapta bunu kabul etmez, ancak çok ısrar edilince çocuğu kocağına alıp kendisine biraz okur ve dua eder. Çocuk hemen şifa bulur. Seyda çocuğa, hadi kalk der ve çocuk kalkar, babası çocuğu koçağına almak ister, ancak Seyda hayır, karışma o yayan gitsin der ve çocuğu Kürtçe hadi yürü der. Bunun üzerine çocuk ayaklarıyla yürüyüp babasıyla birlikte eve gider.
Bu olayda dikkat çeken diğer bir husus Zaza olup Kürtçe bilmeyen bu çocuğa Seyda’nın Kürtçe hitap etmesi ve çocuğun bunu anlaması. Bu çocuk olayını, şu an Ergani İlçemizde Vaiz olarak görev yapmakta olan Abdulhalim Alphan Hocanın babası Molla Mahmud Alphan bizzat şahit olmuştu. Molla Mahmud bir gün ziyaretimize gelmişti ve bizzat kendisi bize anlatmıştı.
Dördüncüsü, o dönemde Seyda’nın ekmeğinin ilaç gibi şifa olduğu yağın ve meşhur idi. Bunun için Arapkent’e gidenler şifa maksadıyla Seyda’nın ekmeğinden bir miktar alıyordu. Biz de bu sıralarda Mardin’in Kızıltepe ilçesinin Tılfeyd adında bir köyde Prof. Dr. Muhammed Halil Çiçek’in yanında medrese okuyorduk. 1983 yılının Mayıs ayında okuduğumuz köyden bir grup insan Seyda’nın köyü Arapkent’e gidiyordu. Hocam beni de onlara birlikte gönderdi. Ertesi gün oradan ayrılırken ben de bir parça ekmek alıp çantama koydum. Bir sonraki gün Kızıltepe’den kendi köyüme gittim. Ulaşım araçları olmadığından o gece Alacakya’da bir akrabamızın evinde kalmıştım. Sabah namazına kalkınca başım şiddetli bir şekilde ağrıyordu. Yanımdaki ekmekten birkaç lokça yedim ve uyudum, kalkınca ağrı diye bir şey kalmamıştı. O gün kendi köyüme ve evime vardım, sabah namazına kalktığımda yine başım şiddetli bir şekilde ağrıyordu, yine o ekmekten birkaç lokma yiyip uyudum, kalktığımda yine ağrı diye bir şey kalamamıştı. Ertesi gün sabah namazına kalktığımda aynı şekilde başım şiddetli bir şekilde ağrıyordu, yine bir iki lokma etmek yiyip uyudum, kalktığımda yine ağrı diye bir şey kalmamıştı.
O gün eşim çantama bakıp kuru bir parça ekmek olduğunu görünce kalan ekmeği köpeğe vermişti.
YAZIYA YORUM KAT