Gösterişçi Dindarlık Dini İçten Çökertir
“İhsan; iyi bir iş yaptığımızda o işi insanlardan
başkasının gördüğüne ve bildiğine inanmaktır.”
İlçe müftülüğü yaptığım yıllardı. Sabahleyin birisi telefonda "Hocam! Biraz param var, sizin göstereceğiniz camiye bir tane güzel ve şerefeli minare yaptıracağım. Ben de kendisine "isterseniz minare yerine aynı mahallede fakir ve yetim insanlar var. Onlara yardımcı olursanız daha güzel olur" dediğimde O da bana Hayber kalesine giden “kahramanın” eda ve sadâsıyla “Müftü Efendi! Ben minare yapacağım istiyorsanız yer gösteriniz yapayım. Yoksa başka yere yapacağım" diyerek telefonu sessiz öfkeyle kapattı. Söylediklerimden memnun olmadı ki minareyi nereye yaptırdığını bilmiyorum.
Bunları söylerken minare veya cami karşıtlığı olarak algılanmamalıdır. Toplum olarak “önceliklerimizi” sağlıklı tespit edemiyoruz. Bizim halimiz kanser hastasının estetik uzmanına gidip vücuduna estetik ameliyat yaptırma talebine benziyor.
Kur’ân’ın ilk defa nâzil olduğu Arabistan Coğrafyasındaki insanlar namaz kılıyor, hac ibadetini yapıyor ve oruç tutuyorlardı. Fakat yapılan bu ibadetler sadece imaj “şekil ve görüntüden” ibaretti. İbadetler, gösterim, görsellikten ibaret kalınca inanç içten çökertilmişti. Ahlak üretmeyen dindarlık, magazin ifadesiyle “organik/doğal dindarlık” değildi. Âdeta inancın içerik/genetiğiyle oynanmıştı. Yeni vahiy, görüntünün içini doldurarak natürel “ed-dinu’l-hâlis” saf, kirlenmemiş hale getirdi.
Kur’ân sosyal hayata ve bireysel ahlâka katkı sağlamadığından “yazıklar olsun şu namaz kılıp duranlara” (Mâun, 107/7) diyerek sadece şekil ve görüntüden ibaret olan “organik ve sahici olmayan” görsel ibadeti eleştirir. İbadet ekonomik gelir ve gösteriye, dindarlık gösterişe dönüştürüldüğünden anlamını yitirir. Halbuki dindarlık, “görsünler” diye yapılmamalıdır. Kur’ân “kalbi imânla dolu olduğu halde...” (Nahl, 16/106) diyerek inanmayı görünmeyen manevi alanla irtibatlandırır. İnanmamayı da “…âhireti inkâr edenlerin kalpleri, bu gerçeği de inkâr eder…” (Nahl, 16/22) diyerek “kalbe” ait alan olarak sahibinin itirafı olmadan bilinmeyen alan olarak belirler.
Şunu unutmamak gerekir; İmanın da inkarın da tespit ve tayini Allah’a aittir. Yani, bireydeki imânın kabul ve red alanı başka insanlara kapatılmıştır. İnsanların da başkalarının imanını onaylama (kendilerinden menkul) yetkisi ellerinden alınmıştır.
Sağ elinde sadaka poşetiyle, sol elindeyse selfie çeken kişi gibi olduk. Ne yazık ki toplumu "imaj ve şekil üzerinden" inşa medeniyet tarihimizin sahifelerinde bolca vardır. Günah işlediğimizde üç maymun misali “kimse bilmesin, duymasın, görmesin” diyerek köşe bucak saklanırız. Keşke aynı hassasiyeti iyilik yaptığımızda da gösterebilsek!
Oruçlu Olduğumu da Bilsen!
Birisi namaz kılarken çok özen gösterirmiş. Arkadaşının dikkatinden kaçmayan bu özeni, arkadaşı namazdeyken “ne güzel de namaz kılıyorsun” diyerek sesli dile getirmiş. Bu iltifatları görünce, namazını hemen bozup “ben aynı zamanda oruçluyum” diyerek cevaplamış. Görüntü ve şekil bizi baştan çıkarıyor. Hatta bazen görüntü devlet politikası haline bile gelebiliyor. Mesela; Daha önce kültürel olarak sarık ve şalvar II. Mahmut döneminde fes ve pantolona dönüştürüldü. Cumhuriyet tarihinde fesin yerini şapka aldı. Şapka giyilmedi diye idam edilenden hapis cezası alanlara kadar Anadolu’da çok travma yaşandı. Halen "şapka iktisası hakkında kanun” yürürlüktedir. Fakat kadük/ değerini, önemini yitirmiş, eskimiş hale geldi.
Esasında toplumları farklı kılan temel özellikler; ahlak, adalet, hukukun üstünlüğü, hesap verebilirliktir. Mesela, Hz. Ömer anıldığında tereddütsüz inanan inanmayanların zihnine hemen ahlak, adalet, hukuk, hesap verebilirlik ve şeffaflık gelir. Hz. Ömer’in (rüyasında görmesine rağmen) güzel ezan, Kur’ân okuduğundan, kimse söz etmez.
Yazar, A. Tan’ın ifadesiyle "…”Cami (minare) yaptırma işi” derin bir meseledir. Aslında bu “derin mesele” camiden de öte, kilise, havra ve Budist tapınaklarını da içine alacak şekilde tüm mabetler için geçerlidir.
Dünyanın her yerinde halkı etkileme, prestij kazanma ve göz boyamanın en önemli yolu görkemli tapınaklar inşa etmektir. Bu Sümer’de, Babil’de, Mısır’da, Roma’da, Mumbai’de, İstanbul’da ve dahi her toplumda aynıdır. (…)
(…) Fas’ın başkenti Casablanca'daki Kral Hasan Camisi, BAE’nin başkenti Abu Dabi’deki Şeyh Zayed El Nahayan Cami, Umman Maskat’taki Sultan Kabus Camisi, Pakistan İslamabad’daki Ziya Ül Hak Camisi’ni ve Ürdün Amman’daki Melik Hüseyin Camisi, her biri birbirinden görkemli büyük sanat eserleri. Ancak inşa ettiren zevatın ne mal oldukları ise hepinizin malumu! Hristiyan âleminde de durum pek farklı değil, hatta daha da vahim. Gelmiş geçmiş tüm peygamberler içinde en sade yaşayanlardan biri Hz. İsa’dır. Hayatta olduğu süre içinde küçücük bir mescidi (kilisesi) bile yoktur…" (https://www.indyturk.com)
Kur’ân’ın muhatapları arasında bulunan Yahudi ve Hristiyan din adamlarının görkemli ve özel kıyafetleri, mabetlerinin debdebe ve ihtişamı, dinlerinin “görselliğe” dönüştüğünün örnekleridir. Bu tavrın eleştirisi Hz. Peygamber’in beraber yaşadığı insanlarla “benzer kıyafet” giyip, görkemli değil “sade mescid” inşa ederek düzeltmiştir.
Hz. Peygamber ve Sade Hayat
Hz. Peygamber’in “ümmetimin başına gelmesinden en çok korktuğum şey gösteriş ve şekilciliktir” uyarısı unutulmamalıdır. Ve Hz. Peygamber bu davranışı da şirk olarak niteler. (Müsned, V/428, 429) Hz. Peygamber’in bütün hayatı sadeydi. Mustafa Çağrıcı’nın ifadesiyle “…ilk gündeki tevazuu ne idiyse son gününde de o oldu. Tarihte sarayı olmayan tek devlet başkanı… Sevgili eşi Aişe annemizin kucağında ruhunu teslim ettiği ev, Medine’ye geldiğinde elleriyle yapıp, üstünü hurma dallarıyla kapattığı mütevazı ev idi.” Vefatından sonra Peygamber’in sade mescidi ve evinin korunması için çaba gösterildi fakat başarılı olunamadı.
Her Sade Basit Değildir
Hz. Peygamber’in inşaatında bizzat çalışarak inşa etiği mescid son derece sadeydi. Bu sadelik tarih boyunca yapılacak bütün mescitler için de örnek olmalıydı. Hz. Peygamber mescidi insan için bina etti. Çünkü din de mescid de insan içindir. İnsan din için değildir. Peygamber insan içindir. İnsan peygamber için değildir. İnsan olmazsa kime peygamber gönderilecek. Kur'ân insan içindir. İnsan Kur'ân için değildir. Kâinatın yaratılışı insandır. Fakat bu değerler yer değiştirmiştir. Çevre tahribatı için gösterdiğimiz tepkiyi insana zulmedilirken göstermiyoruz. Kur'ân'a saygısızlık yapılırken kopardığımız kıyameti insan onuru yerlerde sürünürken gösteremedik. Peygamberlere saygısızlık yapıldığında gösterdiğimiz tepkiyi insana her türlü kötülük reva görülürken göstermez olduk. Çünkü bu değerlerin insan için değil insanın bu değerleri korumak için gönderildiğine inanmışız.
Önceliklerimiz Ne Olmalıdır
Eskiden resmi kurumlarda evrak dolaplarının üstüne "yangından öncelikli kurtarılacak" şeklinde yazılan spot cümleler vardı. Belki bugün de vardır. Eğer bir binada yangı çıkarsa en önce kurtarılması gereken dolap ve içindeki evraka dikkat çekmek için renkli olarak bu yazı yazılırdı. Tıpkı bunun gibi günümüz dünyasında da "önceliklerimizi" tespit etmemiz gerekir. Yoksa toplumsal krizlerden kurtulmak mümkün değildir.
Savaş, doğal afet ve göç gibi krizler nedeniyle dünya genelinde kimsesiz kalan çocukların sayısı 140 milyonu aştı. Hiç kaydı tutulmamış çocukların da olduğu düşünüldüğünde sayılarının 400 milyonu bulacağı tahmin ediliyor. Ayrıca kimsesiz kalan çocuklar suç örgütlerinin eline düşüyor, tehlikeli işlerde çalıştırılıyor. Yoksulluk nedeniyle her gün yaklaşık 10 bin çocuk ölmekte, ölümlerin büyük bölümünü de kimsesiz çocuklar oluşturmaktadır.
Doğal afet, salgın hastalık, çatışma, savaş ve göç gibi krizler nedeniyle dünyada her gün yaklaşık 10 bin çocuk, anne veya babasını kaybediyor. (https://www.karar.com)
İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezinin 2020 Yetim Raporu’na göre ise dünyada günde 10 bin çocuk yoksulluk ve açlık benzeri nedenlerle hayatını kaybediyor. Çocukları bekleyen tehlikeler arasında, ağır işçilik, çocuk askerlik, organ ve fuhuş mafyası ön sırada yer alıyor. UNICEF’e göre, günümüzde 30’dan fazla ülkede yaklaşık 300 bin çocuk asker savaştırılıyor.
"İdlib'deki Nahla Osman isimli 6 yaşındaki çocuk, sığınmacı kampında baygın halde götürüldüğü hastanede açlık nedeniyle çok hızlı yemek yediği için boğularak öldü." Böyle ölümlerin yaşandığı bir dünyada bizim önceliklerimiz "insan" özellikle "çocuk" hatta daha ötesi Hz. Peygamber’in ümmetine vasiyeti olan "kız çocukların" ellerinden tutmak olmalıdır.
Sosyal medyada paylaşılan Suriyeli kız, çizdiği resimle tabutun içinde kendini tasvir ederken, ailesine yazdığı vasiyette, "Bu benim vasiyetimdir. Canım annecim! Senden benim güzel gülüşlerimi hatırlamanı ve yatağımı olduğu gibi bırakmanı istiyorum. Ve sen ablacığım! Arkadaşlarıma de ki: ’O açlıktan öldü...’ Ve sen abiciğim! Üzülme; ama, ikimiz birlikte, ’Biz açız!’ dediğimizi hatırla. Ey Ölüm meleği! Acele et ve ruhumu al ki artık Cennette yemek yiyeyim. Ben çok açım. Ve ey ailem! Benim için korkmayın. Ben sizin yerinize de Cennette yiyebildiğim kadar çok yiyeceğim" diyerek, okuyanların yüreklerini parçaladı. Önceliğimizin insan gerektiğini bu anlatmıyor mu?
Arafat Dua Yeridir Manifesto Yeri değildir
Sanal ortamda dolaşıma giren biraz mübalağa katkılı olduğu söylenen anekdot şöyledir; Diyanet İşleri Eski Başkanı Mehmet Görmez “Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı iken Sezai Karakoç'u ziyarete gittim. 'Üstadım, Diyanet olarak sizi hacca davet ediyoruz.' dedim. Sezai Bey, 'Bana hac henüz farz olmadı. Farz olduğu zaman giderim inşaallah' dedi. Ben tekraren, 'Efendim, Diyanet olarak sizi biz hacca götürmek istiyoruz' deyince 'Ben milletin parası ile hacca gitmem' diye cevap verdi. Bunun üzerine ben kendisine tekraren, 'Üstadım! Bu ümmeti bir Arafat manifestosundan niçin mahrum ediyorsunuz' deyince Sezai Bey: 'Hoca! Arafat'a manifesto yazılmaya gidilmez, Vakfe'ye durmaya gidilir' dedi.” Allah rahmet eylesin.
Bu anlamlı muhavereyi okurken Mehmet Görmez Hoca'nın neler hissettiğini doğrusu merak ettim.
Merhum Nurettin Topçu'nun “…Her sene milyonlarca ziyaretçi ile dolan Kâbe’nin etrafında ruh birliği ve beraberliği meydana gelemiyor. Bunun sebebi ne siyasi, ne iktisadi, ne de aslında ilmi ve fikridir. Bu halin sebebi, İslam’ın temeli ve Kur’an’ın özü olan ahlakın kaybedilmiş olmasıdır. Bugünkü Müslümanlar, birtakım geleneksel hareketleri dikkat ve titizlikle yapmaktan başka endişesi olmayan ilkçağın ve ilkel devrin sihirbazlarını andırıyorlar. Kur’an harikası olan ilahi ahlak, İslam diyarında çoktan gömülmüştür…
“…Asırlardır milyonlarca Müslümanın, yurtlarında aç ve sahipsiz inleyen mü’min kardeşlerini çiğneye çiğneye ziyarete koştukları Kâbe’den dönüşte, onlar hakkında olsun biraz merhamet, hatta insanlar hakkında olsa da bir parça aşk ve muhabbet getirdikleri görülmüş müdür? Hâlâ İslam âlemi birbirine düşmandır ve Kâbe’nin bekçileri de, Müslüman kardeşlerini soymakla görevlidirler. Siz, Allah’a iftira ediyorsunuz! Allah, böyle bir ibadet istememiştir! Haccın manası, ruhsuz bedenlerin sırf mekân değiştirme şeklinde muayyen bir beldeye gitmiş olmaları değildir. Haccın İslam Kongresi olan gerçek ahlakî ve içtimaî gayesinin yanın da büyük manevi (mistik) değerini gerçekleştirecek olanlar, dini aşk ile kalbin ebediliğe götüren yolu olduğunu bilen ve yaşayan gönüllerdir. Bedenlerini putlar gibi şekiller ve kütleler halinde kımıldatmakla Allah’a yaklaştıklarını vehmeden ölü ruhlar değil…” Eleştirisi dine ait değerlerin görünür üzerinden değil anlam üzerinden olması gerektiğini anlatır.
Yaşadığımız çağ, “imaj ve görüntü çağıdır" dediğimizde abartmış olmayız. Giydiğimiz kıyafetin bizi sıcak veya soğuktan korumaktan ziyade görüntüsü öne çıkıyor. Satın aldığımız evin görüntüsü bizi baştan çıkarabiliyor. Hatta yediğimiz yiyeceğin ambalajı ve içeceğin markası, bardağı daha görünür olabiliyor. Giydiğimiz ayakkabının markası, tişörtün amblemiyle karşıya mesaj veriyoruz.
Dindarlık görünenin ötesinde ve samimi/içtenlikli bir haldir. Dindarlığımızı ubudiyet/kulluk üzerinden değil ibâdet üzerinden götürüyoruz. Kulluk; dindarlığın topluma ve ahlakî alana taşınmasıdır. Eğer ibadet yapılan toplum “ahlakın hakîm olmadığı” toplum değilse o toplum ibadet toplumudur. Mesela; insanlar ne kadar güvenilir toplum da ne kadar güvenlidir.
Evlilik hayatımızda imaj ve görüntünün yeri olsa da İlahiyat son sınıfların "Dini danışmanlık ve Manevi Rehberlik" dersinde evlilik tercihinde önceliğiniz nedir? diye sormuştum. Birebir yazılı olarak topladığım verilerde % 98 oranında "güven" yazılmıştı. Türkiye İstatistik Enstitüsünün yaptırdığı araştırmada da evliliğe karar veren veya vereceklerin ilk öncelikleri "güven" çıkmıştı.
Günümüzde aile hayatında imaj ve görüntü dikkate alınsa da büyük oranda ahlaki kriterler daha öne çıkmaktadır.
Hâlbuki bütün bu değerler insana anlam ve kıymet kazandırmak içindir. Bu değerleri överek onlara anlam katamayız. Yani sabahtan akşama kadar "Allah'ı, Kur'ân'ı, dini, peygamberleri överek değerli olmazlar. Bunlar insanları "övgüye değer" hale getirmek içindir. Tıpkı Mekke toplumunda önemsenmeyen, insan yerine konulmayan, kişilikleri örselenen, sözlerine kulak verilmeyen Selman-ı Farisî, Bilal'i Habeşî, Suheybi Rûmî, Câban Kurdî sözlerine kulak verilerek "değerli" hale getirildiler.
Ahlak âbidesi Nurettin Topçu "İslâm ve İnsan" kitabında şekil ve mana ilişkisini şöye analiz eder: “…Dinin bütün dünyası ruh dünyasıdır. İslam’ın bütün hareketlerimizi ve bütün dünya işlerimizi düzenlemiş olması, dünyaya ait emellerimizde bize daha iyi “başarı” sağlamak için değildir. Ticarette daha iyi tüccar, siyasette daha mahir diplomat olmamız için değildir. Belki dünya işlerimizi ruhun selametini hiç engellemeyecek tarzda düzenlemek içindir. Ticaret ve siyasette kazanç ve muvaffakiyet hırslarımıza gem vurmak içindir. Dinin konusu ruhtur… ; din, bedene saadet ve bolluk getirmek davasında değildir; bilakis, ruhu bedene hâkim kılmak davasıdır. İnsan bedeni ile birlikte yaşadığı için, bu bedenin ruhun yüksek gayesine uygun hareketler yapması için “şeriat” bildirilmiş ve onda bedenin hareketleri, ruha zarar vermeyecek ve onu besleyecek tarzlarda tertiplenmiştir."
Kıssadan Hisse: Eve giren adam; evde tek başına yaşayan eşini ağlar halde gördü ve ağlamasının sebebini sordu?
-Kadın: Evimizin önündeki ağaca konan kuşlar beni türbansız görebiliyor ve bu durumda Allah'a karşı günah işlemiş olabilirim; onun için ağlıyorum dedi.
-Adam: Karısının Allah korkusu duyarlılığından çok etkilendi; karısını kucakladı, alnından öptü, kazma kürek hazırladı ve karısını rahatsız eden kuşların konduğu ağacı kökünden söktü.
Adam çalışıyordu; işe gidiş dönüş saatleri belliydi, günlerden bir gün çalıştığı yerde doğan bir arızadan dolayı eve erken geldi, kapıyı açtı ve karısına sürpriz yapmak için sessizce içeri girdi ve hayatının sürpriziyle karşılaştı.
Kuşların onu türbansız görmesinin iffetine halel getireceğini düşünen eşi; aşığının koynunda gününü gün ediyordu.
Adam gördüğü durum karşısında şaşkındı, eşi ve aşığına hissetirmeden ihtiyaç duyabileceği birkaç parça eşyayı aldı, evden çıktı ve önüne çıkan ilk yoldan dönmemek üzere yaşadığı şehri terk etti.
Uzun bir yolculuktan sonra kendisini; kalabalık bir halk topluluğu içinde buldu, kalabalıkta herkes şaşkındı ve anlaşılmaz bir uğultu vardı, adam birine yaklaştı ve kalabalığın nedenini sordu?
Kalabalığın nedeni; kraliyet hazinesi çalınmış ve fail bulunamamıştı. Kral; sarayının önüne halkı toplamış ve fail bulununcaya kadar herkesin sarayın önünde kalmasını emretmişti.
Kalabalıkta adamın ilgisini; ayak parmakları üzerinde yürüyen biri vardı ve adam, bu ayak parmakları üzerinde yürüyen adamın kim olduğunu sordu?
Ona; bu adamın kraliyetin din adamı olduğunu, ayağını tam basarsa, istemeyerek karınca ezebileceği Allah korkusuyla ayak parmakları üzerinde yürüdüğünü söylediler.
-Adam: Allah'ım hırsızı buldum beni krala götürün diye çığlık attı; adamı krala götürdüler ve adam krala, hazineyi çalan hırsızın, kraliyetin din adamı olduğu, o değilse benim başımı kesin dedi.
-Kraliyetin din adamını getirdiler; kısa bir sorgudan sonra, karınca ezmemek için parmakları üzerinde yürüyen din adamı hazineyi çaldığını itiraf etti ama! Kralın kafasında bir soru kalmıştı, kral döndü ve hazineyi çalanın din adamı olduğunu söyleyen, daha önce hiç görmediği bu şahsa, din adamının hazineyi çaldığını nereden bildin dedi?
Ey kral! Sevap kazanmak iddiasıyla davranışlarında Allah korkusunu abartanlar, abartılarını başka suçlarını örtmek için yaparlar dedi.
Güncel yaşamlarında kameralar önünde Allah korkusu pazarlayıp, perde arkasından hakka ve halka ihaneti yaşayanlara gelsin! Kaynak: Libya Halk Edebiyatı.
Celaleddin er-Rûmî: “Şu dünya içinden kimler geldi kimler geçti. Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok. Nice elbiseler gördüm içinde insan yok!”
Not: Bir nesnenin kabuğu kalınlaştıkça içi ters orantılı küçülür. Mesela; portakalın kabuğu kalınlaştıkça içi cılızdır.
Cevizin kabuğu sadece içi korumak içindir. Din de böyledir; Dine ait görüntüler, şekiller, törenler, şölenler arttıkça dinin içi, anlamı, değeri, etkisi ters orantılı azalır.
YAZIYA YORUM KAT