1. YAZARLAR

  2. Prof. Dr. Zeki TAN

  3. Hassasiyetleri Önemseme
Prof. Dr. Zeki TAN

Prof. Dr. Zeki TAN

ÖĞRETİM ÜYESİ
Yazarın Tüm Yazıları >

Hassasiyetleri Önemseme

A+A-

Mezhep, inanç, din ve ırk farklılıklarını çatışma aracı yaparak

insanı yok etmek yerine yaşatmanın zamanı gelmedi mi?

Orta Doğu’da çatışmaların bir sebebi de insanların yaşadıkları toprakları temellük etmeleridir. Yani bulundukları coğrafyayı “kendi mülkü” gibi görüp ebedi yaşayacakmış gibi davranmalarıdır. Ve her topluluk kendisinden farklı inananlara hayat hakkı tanımıyor. Hâlbuki yeryüzü Allah’ın insanlara emanetidir. Kimsenin mülkü değildir. Kur’ân bu yanlış bakışı Firavun prototipi üzerinden verir.  "Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı; dedi ki: 'Ey kavmim, Mısır'ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler benim değil mi? Yine de görmeyecek misiniz?' (Zuhruf, 43/51) Firavun Mısır'ı kendisi adına temellük ederek kimin yaşayacağına kimin Mısır'dan sürgün edileceği kararını Firavun veriyor. Çünkü Mısır zimmetinde olduğu için tasarruf yetkisi sadece kendisindeydi.

Modern dönemde kendilerine “va’d edilen” toprakların sahibi zihniyetini Yahudiler sergiliyor. Kur’ân bu yanlışı tashih ederek “salih ve erdemli” insanların (Enbiya, 21/105) bunu hak ettiklerini anlatır. Roger Garaudy ”Bir Yahudi için, tıpkı bir Hıristiyan için olduğu gibi, Eski ve Yeni Ahit’te, Filistin üzerindeki siyonist taleplerini destekleyecek hiçbir delil ve dayanak yoktur” der. 

Orta Doğu’da Büyük oranda ortak tarih, din, dil, inanç, mezheb ve kültürel ortak değerlere sahip olan Araplar, Türkler, Kürtler ve Farslar bölgenin kaderine hükmetti. Hatta az da olsa Arapça, Türkçe, Kürtçe, Farsça biliyorsanız Balkanlardan Çin’e kadar olan uğradığınız her güzergâhta yabancılık çekmez karşılaştığınız insanlarla kolayca anlaşırsınız. Bunların kendi içlerinde kâinattaki bitki, gökteki yıldız çeşitliliği gibi fikir, inanç, kültür, mezhep çeşitliliği var. Bu çeşitliliği teke indirgemek coğrafyayı kendi elimizle “cehenneme” çevirmektir. Bölgenin geleceğinin sigortası çeşitlilik ve farklılıklara hürmettir.  Yoksa kimsenin galip ve kazançlı çıkmayacağı kavgalar bitmez. Aslında bütün düşünce ekollerinin ortak kanaati; farklı inanca mensup diye insanlara fikir ve inanç özgürlüğü tanımama vahyin onayını almadığı (Bakara, 2/256) için meşru değildir. İnsanlar “bağımlı ve bağnaz” olmadıkça doğru veya yanlış inançlarına bağlı olabilirler. Mesela; Mısır’da yirmi milyon Kıptî Hristiyan yaşamaktadır. Mısır’a Müslümanlar gelmeden önce Kıptî Hristiyanlar yaşıyorlardı. Kimse “benden olmayan düşmanımdır, vatan hainidir” demedi. Toplumda dayatma değil “uzlaşma kültürü” olduğunda uzun süre problem yaşanmadı.

Bizim gibi olmayan farklı din, dil, kültür sahiplerinin de talep, istek ve hassasiyetlerini dikkate almak ilahî bir taleptir. (En’âm, 6/108) Âlimler Kıptîlerin yok edilmesi gerektiğini kabul etmez. Vahiy farklı inançlara ait Havra ve Kiliselerinin korunmasını ister. (Hac, 22/40) Bu başka kültürlerle olan insani ilişkimizin sonucudur. Aslında din insanların “insanlaşmasında” rehberlik yapar. Daha sonra sosyolojik vakıa olarak bireysel tercihi olan mezheb, din, inanç tercihini insana bırakır. Din, fıtrat ve akıl insanı sadece insanlaştırır.  Allah’ın yarattığı farklı renkteki kâinat insana, insan da farklılıklarıyla birbirine emanettir. Aynı toplumda birlikte yaşayan farklı kültür ve inanç sahibi insanlara “sokak kabadayısı” edasıyla üst perdeden, aşağılayıcı ve küçümseyici bir dil kullanılmamalı. Hiçbir kavim veya ulus Allah tarafından “seçilmiş” değildir. Tarihte Müslümanlar kendisi gibi inanmayan, giyinmeyen, konuşmayan farklı inanç sahiplerinin hassasiyetlerini dikkate almışlardır. Müslüman olmayanlara ait içki veya domuz vb. eşyaların Müslümanlar tarafından telef edilmesi halinde tazminat ödenmesi esasını getirmişlerdir. Bu maddeler Müslümanlara göre haramdır. Fakat Müslüman olmayanlara göre kullanılacak/mütekavvim mallardır. İnsanların âdilliği ve ahlakiliği kendisi gibi inanmayanlarda ortaya çıkar. Toplumu medeni kategoriye dahil eden davranış “başkalarının haklarına riayettir.”

Kur’ân “Dininizden ötürü sizinle savaşmayan, sizi yerinizden, yurdunuzdan etmeyen kâfirlere gelince, Allah sizi, onlara iyilik etmeden, adalet ve insaf gözetmeden menetmez…” (Mümtehine, 60/8) buyurarak farklılıklara karşı adil olmamızı ister. Bizim gibi olmayanlar hatalı olabilirler. Günahları varsa cezalarını insan değil, Allah ahirette verir. Müslümanların farklı inanç sahiplerine adil davranışlarından dolayı; Hristiyanlar Bizans yönetimi altında yaşamaktansa Bağdat veya Şam’da Müslümanlarla yaşamayı tercih ediyorlardı. Fakat Endülüs’e hâkim olan Hristiyanlar diğer inanç sahiplerine ya savaşarak öldürmek ya Hristiyanlığı kabul ederek din değiştirmek veyahut bir daha dönmemek üzere yurtlarını terk ettirmek üzere üç yoldan birisini tercihe zorladılar. Modern dönemde bu zihniyet bizim gibi olmayanlara karşı yeniden hortladı.

Hz. Peygamber Medine’ye hicret etmeden önce Abdullah b. Ubey b. Selûl, Hazrec Kabilesinin reisliğini yapıyordu. Medine’nin reisliğine seçilerek taç giyeceği sırada, Hz. Peygamber Medine’ye gelince reisliğe seçilemedi. Müslüman olmamasına rağmen Müslüman olarak göründü. Fakat Hz. Peygamber’de İbn Selûl’un gelir de münafıklıktan vazgeçer ümidi hep vardı. Müslüman olan oğlu Abdullah babasının vefatında, Hz. Peygamber’den cenaze namazını kıldırmasını ve gömleğiyle kefenlenmesini ister. Hz. Ömer Hz. Peygamber’in bu davranışına itiraz eder. Hz. Peygamber’in eşi Hz. Aişe’ye iftira atan, Müslümanlara tuzak kurmaktan uzak durmayan muhalifi ve düşmanı olan Abdullah b. Ubey’in sonuç değişmese de imhasına değil ihyasına çalıştı. Hz. Peygamber’in bu tavrı hem oğlu Abdullah’ın hem de Medine’de siyasi ağırlığı olan Hazrec kabilesinin “hassasiyetlerini gözettiğini” göstermektedir. Muhalifinin ve düşmanının bile ıslahına çalışan bir Nebi tavrı… Hz. Peygamber “mühür kimdeyse Süleyman odur” diyerek “otoriterlik”, dayatma ve yok etme modunda idare etseydi aynı başarıyı gösteremeyebilirdi. Bazen toplumsal gerçekliklerle beklentiler örtüşmüyor. Bunun kabullenilmesi gerekir. Aslında vahyin dediği gibi “İnsanlar aslında tek ümmet idi. Başlangıçta hepsi tevhid inancına sahip iken sonra aralarında ihtilaf çıktı…” (Yunus, 10/19) Bu ihtilaf/farklılık, şiddet ve hakarete varmadığı sürece toplum için faydalıdır. Çünkü vahiy, akla rehberlik yapar. İnsan iradesine ipotek koymayı istemez. Kur’ân “Onlara inanç dayatan bir zorba değilsin!” (Ğâşiye, 88/22) buyurur. 

Günümüz dünyasında her topluluk ötekinin hassasiyetlerini gözetmeli ve kendilerine zulmedileceğine dair endişeleri olmamalıdır. Bu da yazılı kutsal metin âyetleri ve mevzuatla değil icraatlerle mümkündür. Yoksa sürekli “slogan atarak” derinleşen fay kırıklarını onarmak zordur. Bizim gibi olmayanları yıllarca yaptığımız gibi “kahrolsun, hainler, dinsizler, imansızlar” diyerek yok edemiyoruz. Başkalarını batıl, fasık, mürted, kâfir veya münafık ilan etmekle kendimiz daha iyi Müslüman olamıyoruz, sadece başkalarını daha da uzaklaştırıyoruz.

Kur'ân, inanan insanlara kendi gibi düşünmeyen ve inanmayanların değerlerine "hakaret" edilmesine onay vermez. Çünkü siz onlara hakaret ederseniz onlar da sizin değerlerinize hakaret ederler.  Bu da toplumsal bütünlüğü bozar. (En'âm, 6/108) Günümüzün açık toplumunda her bireyin kutsalı vardır. Bu kutsallıklar bazen dinî bazen de dünyevî olabilir.

İhsan Arslan'ın dediği gibi "…Eğer Müslümanım diyenler kendileri gibi düşünmeyenlere kendi istediklerini dayatmaya kalkarsa, başkaları da güçlü olduklarında kendi taleplerini Müslümanlara dayatmaya kalkarlar. Bu iki durum birbirinden farksızdır ve ikisi de zulümdür…" Bu bağlamda ülkedeki dindar-laik, Alevi-Sünni, inanan-inanmayan ayrıştırması kırılmaya götürüyor.  Daha önce Batı’da görülen Kur’ân yakma eylemi Şırnak/Silopi’de ortaya çıktı. (https://www.yenisafak.com) Acaba bu yanlış ve yersiz tepki yapılan yanlışları eleştirememenin sebebi midir? Ne olursa olsun, kutsala hakaretle tepkiler tasvip edilmez.

Toplumda yaşayan herkesin, her kesimin eşit erişim hakkına sahip olmadığı, gülmediği, söz söyleme hakkına sahip olup konuşamadığı, rahat olmadığı bir toplum sağlıklı toplum değildir. Toplumda özel ayrıcalık ve imtiyaza sahip kimseler olmamalıdır. Kur'ân peygamber bile hata yaptığında özel imtiyaz, ayrıcalık tanımaz, eleştirir. Hz. Âdem, Hz. Yunus, Hz. Musa, Hz. Peygamber vahiy tarafından eleştirilirler.

İnşaallah Şii Olmadan Gidersiniz

Iğdır Üniversitesinde göreve başladığımda (2010) bir kamu kurumunun idareci pozisyonundaki amirini ziyaret etmiştim. Daha önce farklılıklar ve bir arada yaşama ile ilgili okumalarım ve çalışmalarım vardı. İlgili idareciyle hasbihalde bulunduk. Bir arada yaşamanın yollarını bulmamız gerektiğini farklı inanç, mezheb, ırk, din ve cinslerin varlığına tahammül göstermemiz ve hassasiyetlerini dikkate almamız gerektiğinden söz ettim. Tam da sohbetin tatlı yerinde bana "Hocam! İnşaallah Şii olmadan buradan gidersiniz" dedi. Bu sözleri duyduğumda hem üzülmüş hem de rahatsız olmuştum. Odasında misafirdim. Deplasmanda olduğum için üstünlük ondaydı. Yoksa bilgi bagajımda söylenecek sözüm vardı. Bazen sükût etmek anlamlı ve daha güzeldir.

Dini metinlerin maksat ve içeriklerini kavramayan idareci yaptığı konuşma, bilgiden ve sosyolojik gerçeklerin yoksunluğundan dolayı Iğdır'dan ayrılmak zorunda kalmıştı. Kendisi ayrılmasına rağmen bıraktığı fikri tortunun neticesi bazen nüksediyor. Farklı inanç ve fikirlerin varlığından rahatsız olan tek renk veya "tek fikir körlerinin rehberlikleri" sağlıklı değildir. Farklı olanların hassasiyetlerini, özlemlerini, acılarını, üzüntülerini, matemlerini, dikkate almayanların insanları bir arada yaşatmaları hayaldir. Bu kategoriye inançsızlar da dâhildir.

AYM Eski Başkanı Zühtü Arslan'ın dediği gibi "…Bu kültürü inşa edecek olan anlayış ise “öteki”nin ontolojik varlığını kabul etmeyi gerektirir. Esasen bu sağlıklı bir “ben”lik inşası bakımından da kaçınılmazdır.  Zira her birimiz bir başkasının gözünde “öteki”yiz, ötekinin ötekisiyiz. Bu bağlamda insan hakları, aynı zamanda ötekinin haklarıdır. “Öteki” ile olan ilişkimizi ahlaki bir zemine oturtmak zorundayız. Bunun da ön şartı “öteki”ni bizim gibi olmaya zorlamadan, onu aynılaştırmaya çalışmadan “Âdemin çocukları”ndan biri olarak görebilmektir."

İnsanların farklı fıtratta yaratılmaları dini metinleri farklı anlamalarına götürür. Dini metinler içeriği gereği farklı yorumlanmaya müsaittir.  Sadece kendisini merkeze alarak hayatı yaşayan egoist tiplerin hem aile hem de iş yerlerinde yaptığı tahribatı anlatan kavramı bulmak zordur.

Günümüz dünyasının problemlerinden birisi de bencil tiplerin çoğalmasıdır. Bunu trafikte içtiği suyun şişesini umursamadan arabanın camından atan tiplerden, çarşıda gezerken hiç kimse yokmuş gibi tükürenlerden, beraber yürütmeleri gereken aile hayatını kendini merkeze alıp herkesi kendisine hizmet ettiren tiplerde görmek mümkündür.

Şu gök kubbede sadece belli bir inanç, mezhep, tarikat, cemaat, ırk, din mensubu yaşamıyor. Hz. Peygamber Medine'de toplum inşasına rehberlik yaparken "müşriklerin" bile hassasiyetlerini dikkate aldı. Eğer bir insan kamu sağlığını, kamu ahlakını, kamu yararını bozmuyorsa sizin sahip olduğunuz inancı dayatmak, vahyin "ikrah" dediği tiksindirici bir davranıştır.  (Bakara, 2/256) Farklı olanın güneşini, ışığını, ısısını dikkate alan kültürden kendi dindaşına hayat hakkı tanımayan bir anlayışa "dönüşümün kodlarını" sorgulamamız gerekir.

Bu yazı toplam 984 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Yazılan yorumlar hiçbir şekilde www.adilcevaz13.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
4 Yorum