İmamların İtibar Kaybı Temsil Ettiği Değerlere Yansır mı?
"İmam, görüldüğünde imrenilen
görülmediğinde de özlenen insan olmalıdır."
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Lütfi Sunar'la, Toplumsal Yapı Araştırmaları Programı'yla (TYAP) birlikte yürüttükleri mesleki toplumsal itibar araştırmasının sonuçları yayınlandı. Medyada istenen seviyede ilgi gösterilmese de dikkate alınması gereken bazı tespitler var. Benim dikkatimi çeken meslek grupları içinde imamların itibarı konusu geldi. Çünkü hayatımın yirmi yılını ilçe müftüsü olarak geçirdim. Müftülük yaparken imamlarla haftalık toplantılar yapardım. Bu toplantılarda o hafta okuyacağımız hutbeyi bir imam okur biz de dinlerdik. Hutbe ile ilgili bazı kritikler yapardık. O dönemde hutbe hazırlama görevi il müftülüklerindeydi. Bu yöntemle hutbe hazırlamanın imamlara kitap okuma hem yazı yazma ve kendilerini ifade etmenin yanı sıra mesleki yetkinlik gibi birçok fayda sağladığını bizzat gördük.
Bu şekilde kurum aidiyeti kültürü de gelişti. Malum aidiyet kültürü zayıfladığında kurumsal iletişim azalır, verimlilik düşer ve iş barışı azalır, kaos artar.
Tekrar imamların itibarı konusuna dönersek; Bir önceki araştırmada da imamlık mesleğinin toplumsal itibarı zaten çok yüksek değildi ama daha da düşmüş diyen Doç. Dr. Lütfi Sunar'a göre bu durumun ana sebebi, Diyanet'in politik tartışmalarda giderek daha çok yer alması durumu imamların itibarlarını da olumsuz etkiliyor.
Şunu göz ardı etmemek lazımdır ki sosyal olayları sadece tek faktörle açıklamak sağlıklı sonuç vermez. Dolayısıyla sosyal araştırmalara bakarken onların gerçekleştiği konjonktürel durumu da bilmek gerekir.
İtibar Niçin Önemlidir?
İtibar, sözlükte saygınlık, saygı görme, değerli, güvenilir olma durumu, dikkate almak, prestij gibi anlamlara gelmektedir.
Kurum veya fert olsun saygınlık ve güvenirliliğini yitirdiğinde ne anlatırsanız anlatın dinleyiciler anlatılanları dikkate değer görmez. Bir imam olarak içinde bulunduğumuz toplumdaki saygınlığınız aşınmış irtifa kaybetmişse hutbede içeriği dolu en güzel metinleri de okusanız, vaazlarınızda kaliteli hatipler gibi en güzel üslubu da kullansanız dinleyiciler nezdinde pek makes bulmaz.
Yararlandığınız kitap, materyal veya süreli yayınlarınız ne kadar kaliteli olursa olsun dijital medyada üst seviyede programlar dahi icra etseniz toplumsal saygınlığınız minimize olmuşsa yapılanlar karşılık bulmaz. Bu durumlarda havanda su dövmenin anlamı da yoktur. Öncelikle mesleki saygınlık ve toplumsal itibar kazanılmalıdır… Hatta kurum ve insana saygınlık kazandıran, ilke ve değerler uğrunda mücadele verilmelidir. Yoksa kilisenin kaybettiği güven ve itibarı biz de yaşarız.
İtibar kaybı sadece kurum veya fertlerde olmaz. Asıl korkulması gereken saygınlık ve yetkinlikten mahrum imamların anlattığı ilahi mesajın ve temsil ettiği kutsal değerlerin toplum tarafından kulak ardı edilip kâle alınmamasıdır.
İmamlık mesleğindeki prestij kaybı imamlığa karşı insanların mesafeli durmalarına da sebep olabilir. Mesela; müftülük yaptığım yıllarda bir toplantı esnasında “muhterem arkadaşlar! Durum tespiti için sormak istiyorum, içinizde imamlığı “öncelikli” olarak tercih eden kaç kişi var” diye sorduğumda sadece bir el kalkmıştı. Geriye kalanlar “hocam iş bulamadık hiç olmazsa imamlık yapalım” dediler. Bu durumun günümüzde de pek değiştiğini sanmıyorum.
Mevcut saygınlığın daha da yitirilmesi halinde Diyanetin istihdam etmek için kaliteli eleman bulmakta zorlanacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yoktur.
İmamların itibarının zedelenmesi en başta Diyanet İşleri Başkanlığını harekete geçirmelidir. Yoksa toplumun başka arayışlara girişmesinin neticesini de son günlerde sıklıkla karşımıza çıkan bir takım sahte şeyhlerde görmek mümkündür. Bizim camiye çekemediğimiz her birey başka kapılara gidebilecek ve başkaları tarafından suiistimal edilecektir. Maalesef bu şekilde kaybettiklerimizi başkaları buluyor.
Sonra da çıkıp bir sepette birkaç çürük elmanın olması bütün sepeti itham altında bırakmaz demek durumu kurtarmaz. Bunun yerine nasıl oluyor da geçmişte insan ve toplumun inşasında hayırlı işler üstlenmiş kurumların bugün bizi mahcup edecek hale geldiğinin muhasebesini yapmalıyız. Çünkü ister başkaları tarafından kasıtlı olarak üretilen senaryolar isterse bazı cahil ve gafillerin aymazlıkları yüzünden işlenen çirkinlikler olsun yeni neslin biraz daha manevi değerlere karşı mesafe koyduğunu bütün toplum kabullenmiş durumdadır. Genç kuşakların deizmden, ateizmden çıkış arayışları gibi…
Şu halde toplumda birer ahlak numuneleri olması gereken bizlerin başkaları tarafından ahlak ve edep dersi alanlar haline gelmemeliyiz.
Günümüz sanal dünyasında saygınlık ve itibarı geliştirmek, sürdürmek ve korumak zordur. Büyük emek ve çaba gerektirir. Yıllarca kazandığımızı kısa sürede kaybetmek mümkündür. Tıpkı Mehmet Akif Ersoy’un;
“Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir
Onu en çolpa herifler de emin ol becerir.
Sade sen gösteriver ‘işte budur kubbe’ diye
iki ırgatla iner şimdi Süleymaniye.
Ama gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman
Bir Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan.”
Dediği gibi mükemmel bir eserin inşası zor fakat yıkması kolaydır. Bunu manevi değerler için de söylemek mümkündür. Bir defa yalan söylediğimizde bu davranışımız başka zamanlarda da söyleyebileceğimizi gösterir. Bu sebepten saygınlığımızı zedeleyecek yanlışlardan uzak durmalıyız. Çünkü sanal dünyanın güçlü olduğu zaman ve zeminde yanlış bilginin gerçek hikâyelerden daha hızlı yayıldığı bir gerçektir.
İtibar Sermayesi, İktisadi Sermaye
Tarihi sürece baktığımızda farklı toplumlara gönderilen peygamberlerin dilinden düşürmediği kuvvetli argüman “…Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim!...” (Şuara, 26/106-180) beyanlarıdır. Bu bütün peygamberlerin sahip olduğu yegâne psiko-sosyal sermayedir. Bu sermayenin sahip olduğu yumuşak güç bugün de her alanda geçerliliğini korumaktadır. İktisadi sermaye kaybedildiğinde yeniden kazanılabilir, fakat itibar kaybedildiğinde yeniden geri getirmek imkânsızdır. Güvenirlik ve saygınlığı daima elde tutmanın stratejilerini bulmalıyız. Sahip olabileceğimiz en önemli sosyal sermaye itibarımızdır. Çünkü itibarımız arttıkça “nüfuzumuz” da artar. Nüfuz olmayınca “nüfusun” çokluğu anlamsızdır.
Hz. Yusuf; Kur’ân’da kıssası bir bütün halinde bir surede anlatılan ve sûreye de ismi verilen bir peygamberdir. Kardeşleri tarafından kuyuya atılması, oradan çıkarılıp ardından köle olarak satılması, sarayda iftiraya uğraması ve neticede “Mısırda sultanlığa” giden yolda görünür olan en büyük özelliği “itibarıdır” ki bu hem kendisi hem de içinde yaşadığı toplum fertleri tarafından ifade edilmektedir. (Yusuf, 12/54-55) Hatta bir anlamda toplumdaki ekonomik krizin de çözüm adresi olarak ahlaki normların topluma taşınması olduğunu burada görmekteyiz.
Melik Hz. Yusuf’a şunları söyler: “Sarayımın yönetimini sana vereceğim. Bütün halkım buyruklarına uyacak.” Mısırda senden izinsiz kimse elini ayağını oynatmayacak.” (Yaratılış, 41/40-45) böylece Hz. Yusuf’a kapalı kapıları açıp kuyudan-zindandan-zirveye taşıyan şeyin onun sahip olduğu güven/saygınlık ve itibarı olduğunu görmekteyiz.
Mevdudi, Yusuf (as)’in başarısı ile ilgili şu yorumu yapar: ”…Tek bir Müslüman’ın bile yalnız başına İslami safvetiyle imânı, aklı ve hikmetiyle tüm bir ülkede İslami bir değişim oluşturabileceğini; gerçek bir Mü’min’in, ahlaki seciyesini gerektiği gibi kullanarak, bütün bir ülkeyi ordusuz, cephanesiz ve donanımsız fethedebileceğini öğretmektedir.”
Hz. Peygamber risaletle görevlendirilmeden önce Mekke’de yaşayan “güvenilir/emin” bir insandı. Mekke’liler kırk yıl O’nun bütün hallerine şâhittiler. “…Bilirsiniz ki, daha önce, bir ömür boyu aranızda yaşadım, böylesi bir iddiada bulunmadım. Aklınızı kullanıp bunu anlamaz mısınız? (Yunus,10/16) âyetinin de işaret ettiği gibi Hz. Peygamber önce peygamber sonra güvenilir bir kimse olmadı bilakis önce güvenilir bir insan oldu sonra güvenilir birisi olarak ona risalet görevi verildi. Onda güvenilir bir karakter olmasaydı getirdiği mesaja kimse inanmazdı. Hatta Hz. Hatice’nin kendisine ticari ortaklık ve evlilik teklifinde de Nebi (sas)’in güvenilir ve saygınlığı söz konusuydu.
Hz. Peygamber’in Mekke’deki Ebu Kubeys tepesine çıkıp “ben size bu dağın arkasında bir ordu var gelip size saldıracak dersem inanır mısınız?” dediğinde bütün Mekke’liler hep bir ağızdan “sen hayatta hiç yalan söylemedin biz sana inanırız” dediler. Kur’ân Nebi (sas)’in güvenilirliğini onların dilinden şöyle aktarır: “…Onların yalanladığı sen değilsin; bu zalimlerin inkar ettiği, aslında Allah'ın mesajlarıdır.”(En’am, 6/33) Düşmanları nezdinde bile böyle bir itibarı olan bir insanın söyledikleri büyük oranda karşılık gördü.
Hz. Peygamber (sas)’in elindeki tek sermayesi itibarıydı. Hayatı boyunca gösterdiği başarıların arka planında itibar ve güveni vardı. Bir başka ifadeyle en kıymetli değer birimi para değil ‘güvenirlilik’tir.
Sonuç
Dini tebliğ ve temsil eden birey veya kurumların yanlışlarının faturasının dine çıkarılması yanlıştır. Fakat ne yazık ki din de kurumlar da bundan nasibini alıyor.
Bir mottoda şöyle denir; “kaybetmeyi ahlâksız kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.” Nebi (sas)’in ümmetine bıraktığı en büyük mirası dürüstlüğü ve ahlakıdır ifadesi abartılı değildir. Müslüman ebeveynlere de miras olarak nesillerine güzel ahlak vasiyet etmiştir.
Şair’in dediği gibi; “Çeşm-i insâf gibi ârife mîzân olmaz
Kişi noksanını bilmek gibi irfân olmaz – Yani insaf ile, âdilâne bakan göz gibi terazi olmaz ve kişinin kendi kusurunu bilmesi irfanın ta kendisidir.
Güngörmüş yaşlı bir Urfalı vatandaşımız kendi şivesi ile şöyle der: “Ben 1938 doğumluyum. Dedem 1955’te eşşek sırtında hacca gidip geldi. Aklına beni soyan, döven olur mu diye bir şey gelmedi. Şimdi ben evimin etrafına duvar çekiyorum. Kimse kimseye güvenmez oldu. Baba oğula, oğul babaya güvenmiyor. Bu hastalığın şifası nedir?” İşte bugün bu soruya topyekün muhatabız ve cevabı da kolay olmayacaktır… Belki işe güvenirlik ve toplumsal saygınlığı tekrar kazanmak çabasıyla başlamak isabetli olacaktır.
Saygın ve itibarlı olmak öyle bir iksirdir ki, eğer toz haline getirilebilse, üzerine serpildiği yarayı bile anında iyileştirebilir.
Hz. Peygamberi Medine’ye çeken ve yüzyıl devam eden “kardeş kavgasını” (evs-hazrec) bitirten itibardır. Tebliğ ettiğini temsil etme…
Aksi halde 106 İlahiyat Fakültesi bu fakültelerde okuyan 314 bin talebe, 10 bin civarında akademisyen, 1607 İmam-Hatip lisesi, 44 bin İmam-Hatip öğretmeni, 504 bin İmam-Hatip öğrencisi, 85 bin cami ve bu camilerde görevli 150 bin din görevlisi de olsa “itibar ve güven” yoksa…
YAZIYA YORUM KAT