Küçük Şey Yoktur
Gençlik yıllarımda inşaat ameleliğinden olsa gerek, içime sinen ve söküp atamadığım “inşaat teknisyen”liği sevdasıyla önce Rize sonra da Ankara İnşaat Teknik Lisesinde okudum. (1982) Elektirk dersimize gelen hocamız babacan tavrıyla dersi anlatırken o zamanlar otomatik sigortalar fazla kullanımda olmadığı için manuel olan sigortalara dışarıdan iletken kablo takılmaması gerektiğini ısrarla ve tatbikatlı olarak anlatmıştı. Çünkü sigortaların kendi içinde hem sigortayı soğutacak madde var hem de sigortaya elektrik sistemini korumak için gerekli korunakların konulduğunu söylemişti. Bunu şunun için anlattım:
Diyarbakır’ın Çınar ilçesi ile Mardin'in Mazıdağı ilçesi arasındaki alanlarda çıkan anız yangınında 15 kişi öldü. Diyarbakır'da 7 bin 900, Mardin'de 7 bin dekar tarım alanı kül oldu. Köksalan Mahallesinde 924 küçükbaş hayvan telef olmuş. Ayrıca 1 adet traktör ve 14 adet sulama tesisi yanmıştır.
Yangında elektrik, harita ve ziraat yüksek mühendislerinden oluşan 3 kişilik bilirkişi heyeti, yangın bölgesinde inceleme yaparak rapor hazırladı. Raporda, Köksal Mahallesindeki yangının; Sigortalı ayırıcı direğinde sigorta yerine iletken tel sarılmış olduğu, iletken telinin koparak, yerdeki otları tutuşturması ve şiddetli rüzgârın etkisi ile geniş bir alana yayıldığı ifade edildi. (https://www.internethaber.com)
Duyarsız bir kişinin küçük bir ihmali, gözden kaçırdığı hatanın bedeli çok ağır oldu. Yetmezmiş gibi hataları üstlenmemek için fatura; sel, deprem, maden, trafik kazalarında yapıldığı gibi kader üzerinden Allah’a çıkarıldı. Tıpkı İblis’in bile kendi iradesiyle dinlemediği ilahi emrin sonucundaki faturayı “benim yoldan çıkmamı istedin…” (A’raf, 7/16) dediği gibi âyette şeytan hataya düşmesini ve sorumluluğunu yüklenmeyi kabul etmeyerek Allah’a iftira atmıştır. Yaptıkları hataları kabul etmeyip sorumluluğu kabul etmeme İblis zihniyetinin modern dönemde de tedavülde olduğunu gösterir. Yaptıklarımızın bilirkişi raporlarını melekler ahirette “Defterini oku. Bugün muhasebeci olarak kendi işini görmeye kendin yetersin! ” (İsra, 17/14) diyerek elimize verir.
Küçük Şey Yoktur
Hayatımızda küçük gördüğümüz içten ve tatlı tebessüm bazen evlilik yolunu açabiliyor. Hz. Peygamber “yaptığınız hiçbir iyiliği tebessüm bile olsa küçük ve basit görmeyiniz” (Müslim, Birr 144) buyururken bize yol haritasındaki işaret taşlarını gösterir. Yeter ki yaptığımızı içtenlikle yapalım. Bazen küçük gibi görülse de sıcakta susadığı için dilini sarkıtan bir köpeğe su vermek ilahî rahmetin celbine vesile olur. (Buhârî, Şirb 9; Müslim, Selâm 153) Bazen de kediyi aç bırakarak ölmesine sebep olmakta ilahî kızgınlığa sebep olabilir. (Buhârî, Bed'ü'l-Halk 17; Müslim, Birr 151) burada verilen mesaj, hayatta hiçbir şeyi küçük görmemek gerekir. Asıl ayrıntı da küçük şeylerdedir.
Bazen sevdiğiniz birisinin yanağına Zeliha ablamın Perihan halasından miras aldığı sülük gibi kaptığı yanağı bırakmayarak öpme sanatından uzak peş peşe sanki abdest uzuvlarını yıkar gibi üç defa sesli şapırdatarak öpmesini ömür boyu unutmaz sizi öpenin öpücüğünün tatlılığını hep hissedersiniz. Çocuklarımızın gamzelerindeki güller gibi tomurcuk açan sıcak gülücük unutulmaz.
Bahçeden topladığınız taze kahve çekirdeklerini meşe odununun ateşinde kavurup dibekte dövdükten sonra toprak veya bakır cezvede közlenmiş ateşte pişirip ikram etmenin “kırk yıl hatırı” olduğu söylenir.
Hayatta bir gün, imtihanda bir dakika, spor yarışmalarında bir salise dereceyi belirlediği için küçük değildir.
Gülün Gücü ve Etkisi
Yıllar önceydi. Hz. Peygamber’in doğum yıl dönümlerinin “Kutlu Doğum Haftası” olarak kutlandığı yıllardı. Bu haftanın ismi daha sonra “Mevlid-i Nebi Haftası”na dönüştü. Program öncesi gül dağıtım seramonisi yapılırdı. Müftülüğe zaman zaman uğrayan hoş sohbet bir Hacı Amcaya gül demetinden güzel bir gül seçip verdim. Hacı Amca “Müftü Bey! Benim yerime başkasına ver. Benden geçti” dedi. Ben de “Hacı Amca! Bu gülü bu günün hatırasına akşam hacı teyzeye verirsiniz” dedim.
Hacı Amca nezaketen kırmadı aldı. Ertesi gün çarşıda gördüğümde “Müftü Bey! “Bir gülün aile hayatında bu kadar etkili olduğunu daha önce bilseydim emin olunuz ki her akşam eve birer tane gül ile giderdim” diyerek tebessüm etti. Bazen bir gülün bile gücünün olduğunu görmek mümkündür.
Kelimenin Gücü
Kelime anlam olarak muhatabı “yaralamak” olumlu veya olumsuz iz bırakmak demektir. Ağzımızdan çıkan yanlış bir kelime bir kişiyi idama mahkûm eder. Bir ülkenin savaşa girmesine, ülkenin ekonomisinin çökmesine, ülkenin eğitim hayatının çökmesine sebep olabilir. Din adına kullandığımız yanlış bir kelime bir insanı dinden uzaklaştırabilir. Bazen de dinsiz bile yapabilir. Din anlatmak sanki Yeşilçam filmindeki replik gibi “gözlerimi kaparım…” diyerek ağzı olanın konuştuğu alan değildir. Kur’ân dini anlatımın “hikmetle” yapılmasını ister. Hikmet, ağızdan çıkan kelimenin tıpkı taşın gediğine konulması gibi sanatlı söylemektir. Söylenen sözün muhatapta bırakacağı olumlu veya olumsuz tepkiyi tahmin edebilmektir hikmet. Ne yazık ki din anlatımımız nota bilmeyenin bağlama çalmasına benziyor. Sazdan ses çıkarmak marifet değil onu sanata dönüştürmektir marifet. Enstrüman çok güzel olsa da notasına dikkat edilmeden çalınan saz dinleyene rahatsızlık verir. Sonra da faturayı da dinleyene çıkarırız.
Ağzımızdan çıkan her sözün veya klavyenin tuşlarına dikkatsizce dokunduğumuz her harfin hesabını vereceğimizi unutmamak gerekir. Kur’ân bunu şöyle delillendirir; “İnsanın sağında ve solunda yerleşmiş iki kayıtçı vardır. Ağzından çıkan bir tek söz olmaz ki yanında, bu iş için hazırlanmış gözcü olmasın, onun söylediğini ve yaptığını kaydetmiş olmasın.” (Kâf, 50/16-18) Hak etmesekte Kur’ân gibi bir kitap, Kur’ân’ın anlattığı bir ilah ve “en güzel ahlak” sahibi bir Peygamberin ümmeti, müşterinin berbere “saçlarım nasıl” dediğinde berber “merak etmeyiniz biraz sonra önünüze döküldüğünde görürsünüz” sözlerindeki gibidir.
Ağzından çıkanı basit görüp Hz. Aişe’ye iftira atanlara Allah “iftirayı dilden dile birbirinize aktarıyor, işin aslına dair hiç bilginiz olmayan sözleri ağızlarınızda geveleyip duruyordunuz ve bunu basit, önemsiz bir şey sanıyordunuz. Hâlbuki o, Allah'ın nazarında pek büyük bir vebaldi!” (Nur, 24/15) diyor.
Nagasaki’ye atılan atom bombasının üzerinde "Size bir hediye daha" ve Japon İmparatoru "Hirohito'ya ikinci öpücük" yazılı mesajlar yer alıyordu. 250 bine yakın nüfusu bulunan şehrin ilk anda üçte biri sonrasında ise neredeyse yarısı yok oldu. Atom bombasını atan pliotun bombanın yaptığı tahribatı görünce yıllar sonra “Eyvah! Ben ne yaptım” diyerek pişmanlık duyduğu rivayet edilir.
Bazen ormana atılan bir sigara izmaritinin elli altmış yılda ancak yetiştirilen yüzlerce hektarlık oksijen deposu ormanlık alanı küle çevirdiğini hemen hemen yaz aylarında görmekteyiz. Küçük bir izmaritten ne çıkar denmemelidir.
Ben ne yaptım ki hikâyesi şöyledir; Evin gelini yeni doğum yapmış ineğin buzağını bahçedeki ağaca bağlamış az ilerisinde de ineği sağıyormuş. Karnı acıkan ve az ileride sütü sağılan annesini gören buzağı, ipini kopartacak derecede huzursuz olmuş. O arada şeytan durumdan vazife çıkararak gidip buzağının ipini hafiften gevşetivermiş. İpi gevşeyen buzağı, birkaç hamleden sonra bağlandığı kazıktan kurtulmayı başarmış. Hızlıca koşarak annesinin yanına süt emmek için gitmiş. Tam o esnada ayağı süt kovasına takılmış ve gelinin sağdığı bütün süt dökülüvermiş. Buna sinirlenen gelin bir sopa alıp buzağıya vurmuş. Bunu gören inek de annelik refleksiyle geline kuvvetli bir çifte atarak gelini orada öldürmüş. Bu manzarayı gören gelinin kayınpederi de, eline tüfeği alıp gidip ineği öldürmüş. Gelininin kocası da dışarı çıkmış ölü eşini ve elinde tüfeği ile orada bulunan babasını görünce kan beynine sıçramış ve karısının katilinin babası olduğunu zannederek o da babasını oracıkta öldürmüş ve baba katili olarak hapse girmiş. Çocuk daha sonra bunalıma girerek ve en sonunda cezaevinde o da intihar etmiş.
Bu hikâyeyi duyan herkes şeytana lanet etmiş. Şeytan da gayet pişkin bir halde demiş ki, “Hele şu işe bak, ben ne yaptım ki! Sadece buzağının ipini azıcık gevşettim. Gelen-giden bana lanet okuyor. Hâlbuki benim yaptığım küçük bir şey!”
Müftülük yaptığım (1990-2010) yıllarında beraber görev yaptığımız imamların kitap okumaya karşı direnç gösterme ve karşıt tepkilerinin sebeplerini halen çözemesem de her ay okumalarını tavsiye ettiğim kitaplar olurdu. Bu kitaplardan birisi de Kemal Ural’ın “Küçük Şey Yoktur” isimli kitabıydı. Vaizlik yaparken hurafe ve İsriliyattan uzak durmuş bu kitaptan istifade etmiştim. Kitap isminde de anlaşıldığı üzere hayatta küçük bir şeyin olmadığını çeşitli anekdotlarla anlatır. Kitapta yazıldığı üzere çok basit ve sıradan gördüğümüz bir olay veya hadise büyük hizmetlerin yapılmasına sebep olabiliyor. Kitabı okuduğunuzda dünyayı küçük iyiliklerin kurtaracağına inanıyorsunuz.
Danışmanlığını yaptığım kitap kulübü üyeleriyle “Neden Müslüman Oldum” kitabının müzakeresini yaparken sonradan Müslüman olmuş kırkbeş kişinin ihtida serüvenini konuşuyorduk. Müslüman olanların büyük bir kısmı çok yoğun emek ve uğraşılardan sonra Müslüman olmamış. Hayatlarında karşılaştıkları içten bir tebessüm, bir yemek daveti, içtenlikle okunan ezan sesi, Kur’ân tilaveti, iyi komşuluk ilişkisi, eşinin nezaketi, arkdaşının samimiyeti, seyrettiği namaz, güvenilir olmak, aile yapısı, hayatın sadeliği, hitap tarzı; nezaket, üslub, karşılıksız ikram vb. hususlar etkileyici olmuş. İnsanlar kelimelerle değil davranışlardan etkilenmiş. Dinden uzaklaştırmada yukarıda yazılanların terside geçerlidir. Bunun için hayatta hiçbir şeyi küçük görmemeliyiz.
Rudyard Kipling hayatta küçük şeyin olmadığını şöyle anlatır:"Vaktiyle koskoca bir gemide küçücük bir cıvata vardı, iki büyük çelik levhayı birbirine bağlayan küçük cıvatalardan biriydi. Gemi Hint Okyanusu'nda yol alırken bu küçük cıvata, birdenbire laçka olmaya başladı, düşme tehlikesiyle karşılaştı. Öteki cıvatalar, "sen düşersen biz de düşeriz!" diye seslendiler. Geminin teknesindeki perçinler de, "Biz de çok sıkışığız, biz de laçka olalım" dediler. Bunu duyan demir kaburgalar ise "Ne olur yapmayın!" diye yalvardılar:"Siz tutmazsanız biz mahvoluruz!" Derken, küçük cıvatanın niyeti yıldırım hızıyla bütün gemiye yayıldı. Gemi titremeye başladı. Bunun üzerine bütün kaburgalar, levhalar, cıvatalar, en küçük perçinler el ele verip küçük cıvataya bir elçi gönderdiler. Küçük cıvata yerinde kalmalıydı. Aksi halde gemi parçalanacak, içlerinden hiçbiri vatana kavuşamayacaktı. Küçük cıvata kendine bu kadar önem verilmesine sevindi. Ve olduğu yerde kalacağını bildirdi. Her şeyin her şeyle ilgisi bilinirse, küçük şeylerin önemi daha çok anlaşılır"
Sonuç, Chaplin şöyle der; “İşte başarı anahtarım: Allah ne yarattı ise onu sevmekteyim. Kör bir gözde güzellik arayacak kadar ıstırap çekeni sevmekle sanatımın zirvesinde kendimi buldum. Kaleyi fethetmek için küçük bir menfez yeter. Küçük fakat etkili bir söz, ruhu istila eder. Küçümsendiği için, bina inşa edilirken, kumlar “Biz yokuz! Dese, inşaat hemen durur.” (Ural, Kemal -Küçük Şey Yoktur, Şule Yayınları, 17-20)
YAZIYA YORUM KAT