Mutlak Teslimiyeti Sembolizeden Kurban
Dinin önemli emirlerinden biri de kurbandır. Kurban zamanı, kurban edilen hayvanın yaşı ve vasıfları bakımından özel bir ibadettir. Zaman bakımından cumhura göre kurban, Kurban bayramı ile bayramın ikinci ve üçüncü günlerinde, Şafi mezhebine göre dördüncü günde de kesilebilir. (İbn Kudâme, el-Muğni, VIII, 439). Vasıfları bakımından kurban edilen hayvanın belli bir yaşta olması, hasta, kör, topal veya sakat olmaması, kulağı, kuyruğu ve memelerinin kesik olmaması, uyuz ve hasta olmaması, eti yenilmeyecek kadar zayıf olmaması ve etinin yenmesine halel veren ayıplardan beri olması gerekir. (İbn Kudâme, el-Muğni, VIII, 429 vd…). Kurban, Rabia, Malik, Sevrî, Evzâî, Leys ve Ebû Hanife’ye göre vacip, diğer imamlara göre sünnettir. Fakat sünnet olmakla birlikte imkânı olanın kurban kesmeyi terk etmemesi tavsiye edilmektedir. (İbn Kudâme, el-Muğni, VIII, 425).
Dünyevî işlerde zaman faktörü bazen önemli olduğu gibi, dinî emirlerde de zaman faktörü önemlidir ve İslâm, dinî emirler için farklı zaman dilimleri belirlemiştir. Müslümanların biri Ramazan diğeri de Kurban bayramı olmak üzere iki bayramı vardır. İslâm bayram sevincini tüm Müslümanlara yaşatmak maksadıyla her iki bayramda da mali birer ibadeti emretmiştir. Ramazan bayramında fitre verilir, bu vesileyle kısmen de olsa fakirler sevindirilir, en azından bayram günü kimsenin aç kalmaması sağlanmış olur. Kurban bayramında ise kurban kesilir. Kurban bayramında yapılması gereken en önemli dinî emir kurban kesmektir. Hz. Peygamber bir hadisi şeriflerinde bu hususa şöyle dikkat çekmektedir: “İnsanoğlu Kurban bayramı gününde Allah katında kan akıtmaktan daha sevimli bir amel yapamaz. Kurban olarak kesilen hayvan kıyamet günü boynuzları, kılları ve toynaklarıyla gelir ve (hayvan boğazlanırken) kanı yere dökülmeden Allah katında bir mekâna/mertebeye ulaşır. Bu nedenle gönül hoşluğuyla kurban kesiniz.” (İbn Mâce, Edâhi, 3.)
İslâm’ın tüm emirleri sırlar ve hikmetlerle dolu olup hiçbir dinî emir bila hikmet değildir. Bu sır ve hikmetler anlaşıldığı takdirde dinî emirler daha fazla anlam kazanır. Bu emirleri şuurlu bir şekilde ifa eden Müslüman da bu emirlerden daha fazla haz alır. Dinî emirlerden biri olan kurban ibadetinin de bazı sır ve hikmetleri söz konusudur.
Kurbanın üç temel hedefi vardır. Bu hedeflerden biri yıl boyunca evine et girmeyen ihtiyaç sahibi insanların evine bayram günü et girmesine vesile olmaktır. Böylece yıl boyunca evinde et pişmeyen ve aile bireyleri et tatmayan fakir insanların aşında et pişirilmesine ve aile efradının et tatmasına vesile olunur.
Kurbanın ikinci amacı imkânı olan her Müslümanın kurban kesmek suretiyle aile efradı, yakınları, dost ve komşularıyla daha güzel ve daha sevinçli bir bayramı yaşamak ve yaşatmaktır. Çünkü âyeti kerimelerde “ondan yiyin ve zaruret halinde olana ve fakire de yedirin…” (Hac, 22/28), ondan yiyin ve dilenciye ve dilenmeye yeltenene de yedirin…” (Hac, 22/36) diye buyrulmuştur. Bu âyetler ışığında İslâm uleması kurban etinin yenmesi ve taksimi konusunda farklı görüşler beyan etmektedir. Bazı âlimlere göre kurban etinde üçlü taksim sünnettir. Buna göre kişi kurbanın etini üçe ayırır, üçte birini kendi aile efradı için ayırır, üçte birini fakirlere sadaka olarak verir, üçte birini de fakirler dışında kalan yakınlarıyla dost ve komşularına hediye olarak gönderir. Böylece hem kurban kesen kişi aile efradıyla birlikte, hem ihtiyaç sahibi fakirler hem de dost ve yakınları sevinir ve daha güzel bir bayramı yaşarlar.
Kurbanın üçüncü amacı insanoğlunun her yıl Cenâb-ı Allah’ın kendisine ihsan ettiği malının azıcık bir kısmını Onun yolunda infak etmesidir. İnsan kurban kesmek suretiyle elindeki mülkün asıl sahibinin Yüce Allah olduğu şuuruna varır. Kurban canlı bir hayvan olduğundan kurban kesmekle insan sanki şöyle bir mesaj da vermektedir: Ey Rabbim, Sen emrettiğin için Senin emrine imtisal edip bu hayvanı boğazladım, şayet dilersen kendi canımı da senin yolunda feda eder ve boğazlarım.
Dini emirler, ubudiyyet yani emre imtisal ile birlikte farklı anlam ve manalar taşımakta olup değişik hususları sembolize etmektedir. Hac menâsikleri ile kurban ibadetinin sembolik manası daha fazla önem taşımaktadır. Kurban, kulun, Yüce Yaratıcıya mutlak teslimiyetini ve O’nun yolunda malını, canını ve evladı da dâhil her şeyini feda edebileceğini ifade edip sembolize etmektedir.
Bilindiği gibi kurbanın tarihçesi son derece büyük bir hadise ile başlamıştır. Bu büyük hadise Hz. İbrahim’in Cenâb-ı Allah’ın emriyle oğlu Hz. İsmail’i kurban etmeye teşebbüs etmesiydi. Cenâb-ı Allah, Hz. İbrahim’i sınamak, onu tüm insanlığa örnek kılmak ve hakiki imanın ne olduğunu insanlara göstermek amacıyla Hz. İbrahim’i büyük bir imtihana tabi tuttu. Bu büyük imtihan Hz. İbrahim’in ciğerparesi ve oğlu Hz. İsmail’i kendi eliyle boğazlayıp kurban etmesiydi. Bir insan için bundan daha büyük bir imtihan söz konusu değildir. Ancak hakiki ve kâmil bir imanın Allah yolunda ve Onun rızası için insana yaptırmayacağı hiçbir şey yoktur.
Cenâb-ı Allah dileseydi, Hz. İbrahim’e oğlunu götür, Kurban bayramı günü Mina’da filanca yerde kurban olarak kes diye vahiy gönderebilirdi. Ancak Cenâb-ı Allah bu konuda vahiy göndermemiş, farklı bir yol izlemiştir. Muhtemelen Cenâb-ı Allah, Hz. İbrahim’in büyük teslimiyetini ve samimiyetini daha net bir şekilde insanlara göstermeyi murat etmiştir. Zira rüya ile oğlunu götürüp kurban kesen bir Peygamber, vahiy ile hay hay götürüp keser. Hz. İbrahim üç gece üst üste bir rüya görmüş ve mutlak teslimiyetin bir ifadesi olarak oğlu Hz. İsmail’i götürüp Mina’da kurban etmek istemiştir. Bu olaya Saffat Suresi’nin 102 ile 107. âyetlerinde özetle temas edilmektedir.
Bu hadisenin özeti şöyledir: Bir ara Kurban bayramında Hz. İbrahim daha önce götürüp Mekke’ye bıraktığı eşi Hz. Hacir ile oğlu Hz. İsmail’in yanına gitmişti. Zilhicce ayının sekizinci gecesinde bir rüya görür. Bu rüyada biri (bir melek) ona şöyle der: Oğlunu götür, Allah için kurban kes. Hz. İbrahim sabah kalkınca bu rüyanın hak mı batıl mı olduğu konusunda düşünür. Bunun için bu güne Arapçada düşünme anlamına gelen “terviye” günü denir. Dokuzuncu gece tekrar bu rüyayı görür, yine biri (bir melek) ona oğlunu götür, kurban et, der. Hz. İbrahim sabah kalkınca bu rüyanın Cenâb-ı Allah tarafından olup doğru olduğunu anlar ve bunun için bu güne tanıdı, bildi anlamına gelen “Arafat” günü denir. Onuncu gece yine aynı rüyayı görür ve sabah kalkınca oğlunu alıp Mina’ya götürür ve burada kurban etmek ister. Bunun için bugüne kurban anlamına gelen “nahr” günü denir.
Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail’in elinden tutup götürmeden önce onun olay karşısındaki tutum ve tavrını öğrenmek amacıyla kendisine şöyle sordu: “Ey yavrucuğum, rüyada seni Allah için kurban ettiğimi görüyordum, bak ne dersin.” Hz. İsmail şöyle cevap verdi: “Ey babam, sana emredileni yap, beni sabredenlerden görürsün.” (Saffat, 37/102). Hz. İsmail’in babasına şunları da söylediği nakledilir: “Ey babam, beni yüzüstü yatır ki kesim esnasında yüzüme bakıp şefkat duyguların kabarmasın ki görevini yapmada fütur/gevşeklik göstermeyesin. Omuzlarıma kuvvetlice bas ki bıçağın acısından dolayı sana zarar vermeyeyim. Uygun görürsen gömleğimi de götür anneme ver, belki onunla teselli bulur.”
Nihayet Hz. İbrahim oğlu Hz. İsmail’in elinden tutup Mina’ya götürdü, yüz üstü yatırdı, bıçağı boğazına çaldı, ancak bıçak kesmedi. Bu sefer kafa tarafından kesmek istedi, ancak bıçak yine kesmedi ve ters döndü. İşte Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail ile bu halde iken Yüce Mevla, onların imdadına kavuştu. Hz. Cebrail’i cennetten bir koç ile göndererek onları bu büyük imtihandan kurtardı. Hz. Cebrail, elindeki koç ile birlikte tam bu sırada Hz. İbrahim’in önünde belirdi ve ona şöyle seslendi: “Ey İbrahim, sen rüyanı tasdik ettin, biz Muhsinleri (iyi insanları) işte böyle mükâfatlandırırız. Bu, (oğlunu kurban etmen) çok büyük bir imtihandır ve biz onu (İsmail’i) büyük bir kurban ile kurtarıverdik.” (Saffat, 37/105-107)
Evet, Hz. İbrahim gördüğü rüya üzerine Yüce Mevla’nın emrine mutlak manada teslim olmuş, teslimiyetini ifade etmek için de oğlunu götürüp yere yatırmış ve kurban etmeye çalışmıştır. Ancak Yüce Mevla’nın muradı başka idi. O, bu rüya vasıtasıyla Hz. İbrahim’in şahsında inanan tüm insanlara şu mesaj vermek istiyordu: Ey kullarım, hakikaten bana iman ediyorsanız, malınızı istersem malınızı, canınızı istersem canınızı, evladınızı istersem evladınızı, hem de kendi ellerinizle boğazlamak üzere benim yolumda feda edeceksiniz. Evet, hakiki iman işte budur, yani insanın ciğerparesi olan evladını bile Allah yolunda hem de kendi eliyle feda edebilmesidir. Bir insan için kendi ciğerparesini kendi eliyle boğazlamaktan daha büyük bir imtihan yoktur. Hz. İbrahim en küçük bir tereddüt geçirmeden bu büyük imtihanı başarmıştır. Hakiki iman insana bunu yaptırabilen imandır. Calib-i dikkattir ki âyette bu olaya “teslim oldular” veya “Müslüman oldular” anlamına gelen فَلَمَّا أَسْلَمَا tabiri kullanılmıştır.
Cenâb-ı Allah, bizlere de Hz. İbrahim ile Hz. İsmail’in samimiyet ve teslimiyetini nasip eylesin.
Selam ve dua ile.
YAZIYA YORUM KAT