Öz'deki Perde
Bir insan düşünün; insan olmanın hazırlık evresinde susmanın halkasından geçip sere serpe sınanan. Halka halka büyüyen bi yorulma hikayesiyle var olan.
Tıpkı bir yaprağa dem vurdukça yeniden yeşeren yaprak gibi.
Tıpkı bi iğneden büyük bir hassasiyetle, inançla geçirilmeye çalışan rengarenk kalın bir ipliğin sabrı gibi... Çabaladıkça dağılan dağıldıkça toparlanan. Fiziksel bedenle birlikte büyüyen benliğiyle bütünleşmeye çalışmanın arefesinde. Üstelik son derece akıllı bir savaşın ortasında.
Bazı insanlar ya da bazen insanlar böyledir. Olmanın eşiğindeyken nedensiz anlamsız ve amaçsızca geriye doğru koşarken bulabilir kendini ya da istediği çabaladığı şeylerin sonuna vardığında sebepsizce her şeyi alt üst de edip, yolunda giden bir şeyi büyük baltalayarak o yıkımın altında kendini soluksuz da bulabilir. Sebebi ruhsal alem, duygusal çöküş belki sezgiler belki de içgörünün getirisi sonsuz karmaşa. Ne derseniz deyin...
Hayatla doğru orantılı ilerleyemeyişimiz, kendimizi nasıl göremediğimiz, kendi kullanma kılavuzumuzu okumaya çalışırken yine kendimize yabancılaşmamızdan kaynaklı bilmem kaç zamandır süre gelen bi olmamaşılığın simgesini taşımamız.
Başkası olmak kolay değil mi? Şöyle bi bakınca etrafa durup düşününce bi; her insan ne kadar kendi olabildi ki yaşamınca? diye estiriyoruz hepimiz. Kim kendini ne denli analiz edip hangi denli kabullendi? gibi afilli cümleler kuruyoruz. Taklitlerden uzak, bir başkasının yansımasından ibaret olmayan kaç beden sayabiliriz, kabullenmenin yolu evvela kendini bilmekten
geçer, kendi öz kimliğiyle buluşan kim kaldı ki? diyerek bi an sorgulayan gözlerle kesişiyor yolumuz sonra.
Sahi hangimiz yüksek benliğini aşağı çekip kendini şeffaf gözlerle fütursüzca bi darağacına bırakabildi ?
Hangimiz bu rolü korkusuzca üstünde taşıyabilidi?
Kim bi kez olsun başkalığından sıyrılıp dışına astığı kahkalardan arınarak en çok hasarı kendine zarar vermiş olmanın gerçeğiyle yüzleşebildi?
Ya da hanginiz kendi yaralarını teker teker sarıp sonra kabuklarını yine kendi kopartmanın yanlışından dönebildi?
Sonra kim ve kaç kez ben olma yolunda adım adım yürürken daha büyük bi hızla geri geri koşmanın çaresizliğinden kaçabildi?
Ve mühim olanı da hangimiz bu tutarsızlıklar içinde savrulurken bi kez olsun kendi olmanın tadına varabildi?
Özetle kim kendine, kendi bakış açısını değiştirebildi?
Ama sorsan hepimiz kendi dünyamızın merkezinde, gittikçe büyüyen benliğimizin altında ezildiğimizin farkında bile olmazken ne kadar da güçlüydük değil mi?
Çünkü birinci kural; bu oyunun içinde güçlü durmak yok sayılamaz bir ölçüydü.
Çünkü; yüzleşmeye, kabul görmeye değer bulan duyguları bi dik duruşun altında ezmek daha keyifliydi bizim için...
Çünkü; herkes biri olmak zorundaydı bu hayatta evet herkes biri olmak. Tercihler, şartlar, sınırlar, duygular, ama, fakat, lakin... derken kimimiz benliğinden akıp gitderken kimi ise güç adı altında kendi duygularını kendine esir ederken buldu kendini. Bazısı da daha ben olmanın bilmem kaçıncı seviyesine bile gelmeden amaçsız, soluksuz, sonuçsuz noktaladı bu oyunu.
Tıpkı tatlı tatlı esen rüzgarlarda sallanırken olgunlaşmadan dalından düşen o çürük meyveler gibi.
Sözü öze bağlayıp ; İnsanın en zor imtihanı bazen de kendisidir, kendi olamama kendi kalamama hikayesi, diyelim.
Unutmadan, "Her ne yaşarsanız yaşayın bu hikayede kendinizle aranızdaki perdeyi kaldıramasanız dahi o perde arkasından gülümsemeyi asla unutmayın." :)
Kalın Sağlıcakla :)
YAZIYA YORUM KAT